2 Nisan 2015 Perşembe

Eksik Parça Yolculuğum: Taşradan Uzaklaşmak


EKSİK PARÇA YOLCULUĞUM:
TAŞRADAN UZAKLAŞMAK 

            Evi, işi ve tüm sosyal çevresi iki kilometrekare içinde sıkışmış, bir taşra münzevisine en zor gelen şeylerden biri nedir bilir misiniz? Yolculuk. Hayatın rutin akışından büyük bir keyif alan, monotonluğu bozucu sürprizlerden pek hoşlanmayan bir taşralı için, İstanbul seyahati ancak zorunluluk içeriyorsa ya da önemli bir işlev taşıyorsa katlanılırdır. TRT'deki "Eksik Parça" programı yapımcılarından Alev Çağlayan hanımın davetini de bu nedenle kabul ettim. Taşradan birkaç günlüğüne çıkış gerekçem, televizyonda "taşra hakkında konuşmak" gibi, bir nevi tuhaf bir paradoksu içeriyordu. 

            Öğleden sonra Batman'dan uçağa bindim ve bir buçuk saat sonra, bin yüz on bir kilometre ötedeki İstanbul'daydım. Havaalanında beni bekleyen TRT'nin aracıyla, on kilometre ilerideki Ortaköy'deki çekim stüdyosuna varmamız ise, trafiğin yoğunluğu nedeniyle iki buçuk saat sürdü. Yani kısacası, Türkiye'nin bir ucundan diğer ucuna uçakla gitmek, İstanbul'da birkaç semt ileriye arabayla gitmekten daha az yorucu oluyor. TRT'nin servis aracını süren şoförle, sıkışık trafikteki bu iki buçuk saatlik yolculuğumuz sırasında güzel bir sohbet ortamı oluşturduk. Şoför arkadaşın memleketi Batman'mış. Yol boyu hep ilgi çekici konularda konuştu, ben de dinledim. 

            TRT'nin binasına vardığımızda hava kararmıştı. "Eksik Parça" belgeseli program ekibi Alev Çağlayan hanım, Birsen Hatipoğlu hanım, Zafer Sevener bey, beni güler yüzle karşıladılar. Sıcakkanlı ve samimi yaklaşımları ile hemen ortama adapte olmamı ve yabancılık çekmememi sağladılar. Kameraman Zafer bey stüdyodaki gerekli düzenlemeleri çabucak tamamladı. Kısa bir hazırlıktan sonra program çekimine başladık. Alev hanım ve Birsen hanım taşra olgusu hakkında birbirinden orijinal ve ufuk açıcı sorularıyla programı yönlendirdiler. Ben de yolculuk nedeniyle ağrıyan başıma rağmen, yöneltilen soruları mümkün olduğunca ayrıntılı cevaplamaya çalıştım.  

            Çekimleri tamamladıktan sonra ekiple vedalaşıp, kalacağım otele gittim. Taksim'deki otele eşyalarımı bırakıp, İstiklal Caddesinin o susmaz uğultusu içine attım kendimi. Benim gibi taşradan gelmiş melankolik biri için, İstiklal Caddesinin ışıkları ve gürültüsü ilk on dakikalık şaşkınlığın ardından her zaman bir eziyete dönüşür. O saatlerde, cadde üstündeki YKY kitabevinin sessizliği ve tenhalığı, benim için hoş bir sığınak olmuştu. Kitapların arasında epeyce dolaşıp durdum. Ve uzun zamandır aradığım ama bir türlü edinemediğim Oktay Rifat'ın bende olmayan bir şiir kitabına rastladım. Kitabı sevinçle satın alıp, yavaş adımlarla kalacağım otele doğru yürümeye başladım. Otel odasının hissettirdiği gurbet duygularının mayhoş lezzetiyle Oktay Rifat'ın kitabını heyecanla açtım. Nihayet İstanbul'un göbeğinde, biricik taşrama geri dönmüştüm: Kitaplara ve şiirlere. Ve ardından, bir otel odası uykusunun o serin karanlığı. 

            İstanbul, kendini uzakta hissedenlere, devasa bir yalnızlık duyurmakta son derece mahir bir şehir. Ve İstiklal Caddesi, Anadolu'daki tenha bir dağ köyü yolundan daha ıssız. Neden derseniz, dağ köyü yolunda tesadüfen bir insana rastlayabilirsiniz. Ve bu durumda karşılaştığınız o kişiye, sanki bir tanıdıkla karşılaşmışçasına samimi bir ilgiyle selam verirsiniz. Beraber yol alıp samimi bir muhabbete yelken açarsınız büyük ihtimalle.  Tedirgince şimdi farkına varıyorum ki, kalabalık içinde bir yalnızlık daha sancılıymış. Çünkü Taksim'deki muazzam insan seli ve devasa kitle, birbirine tamamen yabancı ve metropolün olağan gerilimiyle potansiyel öfke yüklü bir edayla hareket ediyormuş gibi gözüküyor ürkek gözlerime. Yarın İstanbul'dan ayrılıp taşrama geri döneceğim ve eminim ki İstanbul'dan hiçbir şey eksilmeyecek.     

                        POLAT ONAT