20 Temmuz 2018 Cuma

Kapanış


2011 yılında açtığım bloğumda paylaşımlar yapmaya şu an itibariyle tamamen son veriyorum.

Nedeni, sekiz yıldır kullandığım bu platform, benim için gereken işlevini yerine getirdi.

Geri kalan hayatımda sosyal medyasız bir hayatı deneyimleme hedefindeyim.

Tüm sayfa arkadaşlarıma çok selam ederim. Hoşça kalın.

12 Haziran 2018 Salı

Ahlat Ağacı Filminde, Polat Onat'ın Yazdığı "Taşra Mektubu"nun İzinsiz Kullanımı, Haber Verilmemesi ve Telif Hakkı Sorunu Konusundaki Nihai Açıklama






AHLAT AĞACI FİLMİNDE, POLAT ONAT'IN YAZDIĞI "TAŞRA MEKTUBU"NUN İZİNSİZ KULLANIMI, HABER VERİLMEMESİ ve TELİF HAKKI SORUNU KONUSUNDAKİ NİHAİ AÇIKLAMA

   "Ahlat Ağacı" filminde, 6 dakikalık bir sahne boyunca alıntı yapılan ve tartışılan, benim kaleme aldığım "Taşra Mektubu"nu, Sayın Nuri Bilge Ceylan'ın, bana haber vermeden, iznimi almadan ve telif ödemesi yapmadan kullanması hakkında, gerekli hukuki yollara başvuracağımı belirtmek isterim.

   Böylesi üzücü bir olayın, bu kıymetli filmin adını lekelemeden, kamuoyu gündemine gelmeden, karşılıklı mutabakatla, sulh içinde çözülmesi için, yapımcı ve yönetmene defalarca gönderdiğim maillere, olumlu ya da olumsuz hiçbir yanıt gelmemesi, tam bir sessizlikle karşılanması, son derece şaşırtıcıdır.

   Filmde "Polat Onat"tan yapılan alıntı konusunda, gündeme getirdiğim mevzu, bir iddia değil, ispatlanmış bir olgudur. Merak edenler, yönetmenin resmi sitesine bakıp, Sayın Nuri Bilge Ceylan'ın "yaptığı alıntıyı itiraf ettiğini" göreceklerdir. Söz konusu listede, alıntı yapılan yazarlar içinde "halen yaşayan ve telif hakkı bulunan" tek yazarın Polat Onat olduğunu fark edeceklerdir: www.nbcfilm.com

   Böylesi önemli, uluslararası bir filmin, bunca hassas bir konu olan ve yürürlükteki kanunlarla titizlikle korunan "Telif Hakları" hususunda gereken hassasiyeti göstermemesi ziyadesiyle üzücü bir durumdur.

   Merak ettiğim nokta, söz konusu filmde, Orhan Pamuk, Enis Batur, Murathan Mungan gibi dev yazarlardan birinin yazdığı mektuptan alıntı yapılsaydı ve filmde 6 dakika boyunca tartışılsaydı, yazardan izin istenir miydi?

   Alıntı yapılan kişi, Polat Onat gibi tanınmamış bir taşralı yazar olunca işin etiği değişiyor mu?

   "Taşra Mektubu"mun içeriğindeki prensiplerimle, telif talebimin çeliştiği iddiası ortaya atılarak, şahsıma yapılan eleştirilere ise gülüp geçiyorum. Edebiyat hususunda münzevi bir anlayışı savunmam,  mevcut kanuni hakkımın yok sayılmasına göz yummamı elbette gerektirmez. Haklı olduğum bir konuyu, tüm dünya karşı olsa da tek başıma savunmayı, en az, edebiyat alanındaki mutlak sessizlik prensibim kadar değerli kabul ederim.  

   Kanunun bana vermiş olduğu, bir sanatçı için en doğal ve yaşamsal hak olan telif hakkımı talep ettim diye, bana öfkelenen, değerli Nuri Bilge Ceylan hayranlarının, sayın yönetmenin, konu hakkında yapacağı açıklamayı beklemelerini salık veririm.

          POLAT ONAT
          12 Haziran 2018 / Batman




- Varlık Dergisi, Sayı: 1271, 
Ağustos 2013, sayfa: 6






2 Haziran 2018 Cumartesi

Ahlat Ağacı Filminde Tartışılan Taşra Mektubu / Polat Onat






AHLAT AĞACI FİLMİNDE TARTIŞILAN 
TAŞRA MEKTUBU

   Nuri Bilge Ceylan'ın "Ahlat Ağacı" filminin ilk yarısının sonlarında uzun bir kitapçı sahnesi var. 
   Filmin baş karakteri Sinan (Doğu Demirkol), kitapçıda oturan yazar Süleyman (Serkan Keskin) ile "taşra ve edebiyat" hakkında konuşup tartışıyorlar. Sonrasında kitapçıdan çıkan Sinan ve Süleyman birlikte yürümeye başlıyor.



   Ve bu yürüyüş esnasında beş dakikadan fazla bir süre boyunca "Taşra ve Edebiyat Sempozyumuna katılmak istemeyen bir yazarın mektubu" hakkında konuşuyorlar. Sinan, "Su katılmamış taşralı" başlıklı mektupta yazılanları hararetle savunurken, yazar Süleyman karşıt görüşlerini öne sürüp tartışıyorlar. 

   Polat Onat'ın 2013 yılında yazdığı bu mektup Varlık Dergisi'nde ve "Edebiyatın Taşradan Manifestosu" kitabında yayınlanmıştı.




  
"TAŞRA ve EDEBİYAT SEMPOZYUMU"
DAVETİNE CEVAP MEKTUBU

            Değerli Mesut Varlık Bey,

            Benim için hoş bir sürpriz oluşturan, büyük onur ve mutluluk duyduğum bu sempozyum daveti için öncelikle çok teşekkür ederim. İstanbul Bilgi Üniversitesi gibi saygın bir kurumun organizasyonu vasıtasıyla, değerli üstatlar Hasan Ali Toptaş ve Şükrü Erbaş ile beraber aynı platformda yer alarak, böylesi önemli bir etkinlikte bulunabilme ihtimali, pek öyle herkese nasip olabilecek bir lütuf değil doğrusu.

            Bu nazik jestiniz karşısında, müsaade ederseniz, sempozyumunuza neden katılamayacağım hususunu biraz ayrıntılandırarak anlatmak ve taşra kavramı hakkında bazı fikirlerimi kısaca paylaşmak istiyorum.

            Yazma serüvenime ciddi anlamda başlamadan önce kendime bir yol haritası çizdim, belirlediğim bazı hususları prensip edinme gereği duydum. Temel mantık olarak, çoğunluğun yaptığı şeylerin tam aksini yapma motivasyonuna dayanan bu maddelerin hepsini burada tek tek anlatarak başınızı ağrıtmak istemiyorum. İzniniz olursa konumuzla ilgili olanlara kısaca değineyim:

            Birincisi: “Hayatım boyunca hiçbir edebiyat dergisinde şiir ya da öykü yayımlamayacak, ürünlerimi sadece kitap halinde paylaşacağım.” Müstakil bir yazıyla, bu kararımın farklı nedenlerini uzun uzun anlatmam elbette mümkün. Tek bir cümleyle açıklamam gerekirse; en görünür olma yolunun farklı yöntemler denemek olduğunu, herkesin gittiği garanti yolu tercih etmektense az kişinin tercih ettiği riskli yolu tercih etmenin edebiyat açısından farklı bir ufka yaklaşmaya vesile olabileceği gibi tuhaf bir düşünceyi (yoksa kuruntu mu demeliyim?) kabullenmem olduğunu varsayabiliriz. Tabii ki ayırdındayım, bu yolu uygulayıp da başarıya ulaşan yazarlar yok denecek kadar az. Ama işin merak uyandırıcı dolayısıyla ilgi çekici yönü de bu. Hayatta değil ama edebiyatta riski seviyorum. Normal bir başarı yerine görkemli bir hezimeti daha tercih edilebilir mahiyette bulmuşumdur hep.

            İkincisi: “Hiç kimse ile sanatsal birlikteliğe, kolektif akıma, ortak projelere, takım çalışmasına girmeyeceğim ve benzeri bir grup oluşumuna asla katılmayacağım.” Sanatın en temel motivasyonunun bireysellik, hadi daha iddialı söyleyeyim mutlak yalnızlık olduğu kanısındayım. Mantıklı açıdan bakan birisi, Türk ve dünya edebiyatından yığınla örnekler vererek benim bu savımda ne kadar haksız olduğumu rahatlıkla kanıtlayabilir kendince. Ancak zamanın ötesine kalabilmek için büyük bir avantaj oluşturan bu faktörleri, şayet karşılaşırsam bilinçli olarak reddetmeyi tercih ederek, kendi dikenli yolumda sevinçle sürünmeyi devam ettirmek kararında sonuna dek ısrarlı olduğumu bu vesile ile vurgulamak istiyorum.

            Üçüncüsü: “Ölene dek hiçbir imza gününde, şiir dinletisinde, kitap fuarı etkinliğinde, panelde, sempozyumda katılımcı olarak yer almayacağım.” Kabul ediyorum, tamamıyla mantıksız, hiçbir tutarlı dayanağı olmayan bir prensip bu. Edebiyat netice itibariyle; okurlara ulaşmak, mümkünse kavuşmak, onlarla düşünsel açıdan bütünleşebilmek için yapılan bir sanatsal çalışma. Bu bahsi geçen sosyal etkinlikler de doğası itibariyle yeni okurlarla etkileşime geçebilmek için önemli bir fırsat barındırıyor. Ama samimi olmak gerekirse; ben kendi egomu ve kişiliğimi geri planda silikleştirerek, salt ortaya koyduğum yapıtlar vasıtasıyla bir etki oluşturabilmeyi çok daha kutsal ve değerli addediyorum. Bu söylediklerimi saçmalık olarak nitelemesi muhtemel kimi sanatçılara ise büyük saygı duyduğumu, ama en ufak bir sevgi emaresi hissetmediğimi müsaadeniz olursa burada ayrıca ifade etmek isterim. 

            Şöyle bir durup baktığımızda, yukarıdaki satırlarımda dillendirdiğim olguların hemen hepsinin yoğun bir taşralılık kompleksinin dışavurumu olduğunu iddia etmek de elbette mümkün. Hayatım boyunca ben taşramı her zaman yanımda taşıdım. Benim taşram içinde yaşadığım odamdır. Sabah kahvaltısını Batman’ın Tilmiz köyünde yapıp, akşam yemeğini İstanbul Beyoğlu’ndaki bir lokantada yemenin hiçbir zorluk içermeyen, gayet sıradan bir olay mahiyeti taşıdığı zamanlarda yaşıyoruz. Taşra olgusunu 19. yüzyılın başlarında ortaya konmuş yerel kısıtlanmışlık mahiyetiyle ele alan yaklaşım, günümüzde bence tuhaf duruyor, dahası komik kaçıyor. Kanımca taşra kavramı, mekânla sınırlanamayacak bir zihinsel algı biçiminin farklı varyasyonlarını tanımlayıp sınıflandırmadan somut olarak teşhis edilemez. Olayı sadece mekan algısı boyutuyla ele alma yanlışına düşülürse en temel paradigma konusunda vahim bir yanılgı içine girilmiş olur diyeceğim. Örneklemem gerekirse şöyle bir soru sorardım: İstanbul’un Sultanbeyli Mahallesi’nin Kengirli çıkmazı mı, Ankara’nın Kızılay Semti’nin Konur Sokağı mı? Sizce acaba bu iki mekan seçeneğinden hangisi taşra vasfıyla kategorize edilerek tanımlanmaya daha müsait?

            Teknolojinin önemi tartışmasız tahakkümünü kimi zaman gönüllü, kimi zaman zorunlu olarak hayatımızda başat öge haline getirdiğimiz bu çağda, taşra kavramını sözlük manasındaki dar anlamıyla tartışmak bence abesle iştigal olur. Taşra olgusu, zihinsel olarak güçlü bir kısıtlanmışlığın tezahürünü, sınırları belirsiz muğlak yalıtılmışlıkları bünyesinde yoğun olarak barındırıyorsa gerçek manasına kavuşur. Böylesi bir sürecin, ortaya konan sanatsal verimin kalitesine ve niteliğine yansımaları olumlu mu olur, olumsuz mu olur? Her konuda olduğu gibi bu konuda da genellemeye gitmek yanlış olacak. Ama ben taşradan nadiren iyi edebiyat çıkacağına inananlardanım. Ancak bu nadir çıkan iyi edebiyatın da taşra haricinde üretilen diğer üst düzey yapıtlardan çok daha kalıcı nitelik taşıyacağını savını dillendireceğim.

İstanbul doğumlu ve ömrünün bir kısmını İstanbul’da geçirmiş, ama hayatının sanatsal bilince erişme çabası taşıyan kısmının tamamını Güneydoğu Anadolu’da yaşamış, bundan sonraki ömrünü de herhangi bir aksilik olmazsa aynı mekânda geçirmeyi planlayan biri olarak, taşralı olmamı yaşadığım mekana veya ortama değil, içimde gittikçe büyüyen devasa yalıtılmışlık hissine bağlıyorum. Aslına bakarsanız taşra olgusu kendi mahiyeti hakkında derinlikli konuşmalar yapacak, orijinal analizlerde bulunacak bir zihni zenginlik sürecini bünyesinde taşıyamaz. Kendisi hakkında net teşhislerde bulunacak global bir perspektife oturmuş bir taşralılık, kavuşulması en uzak bir hedef olarak hep önümüzde duracak gibi.

Kusura bakmayın laf lafı açtı, vaktinizi aldım Mesut Bey. Ama bunca lütufkâr bir şekilde davet ederek beni onurlandırdığınız bu nazik teklifinizi kısa bir cevapla reddetmek büyük kabalık olurdu muhakkak. Neden kabul edemeyeceğimi size ana hatlarıyla böyle açıklayarak gerekçelendirmek istedim.

Ben su katılmamış, has bir taşralıyım! Yoksa böyle değerli bir davete nasıl icabet edilmez ki? Bunu ancak bir taşralı yapabilir! Oraya gelip taşra hakkında görüşlerimi sunsaydım, kimliğimin önemli ve zavallı bir parçası olan taşralılığımı kaybedecektim. Bunu asla göze alamam!

Satırlarıma burada son verirken çalışmalarınızda kolaylıklar diliyor, yürekten selamlarımı iletiyorum. Hoşça kalınız.
  
POLAT ONAT
20.03.2013 / Batman

- Varlık Dergisi, Sayı: 1271, Ağustos 2013, sayfa: 6

- Edebiyatın Taşradan Manifestosu - Sempozyum Kitabı,
Hazırlayan: Mesut Varlık, İletişim Yayınları, 2015, sayfa: 23 - 27







1 Haziran 2018 Cuma

Genco Filmindeki Polat Onat Kitabı (VİDEO)




2017 yılında Ankara Film Festivalinde 
En İyi Film ödülünü alan 
Ali Kemal Çınar'ın yönettiği 
"Genco" filminden kısa bir sahne...

Sahnenin arka planında gözüken, 
Polat Onat'ın 2011 yılında yayınlanan 
"İhtiyarın Vefatı" adlı şiir kitabı, 
okurlarıma tanıdık gelebilir.




11 Mayıs 2018 Cuma

İntihar Etmiş Bir Taşra Berberinin Şiir Kitabı ve Önsözü / Arka Kapak Yazısı



Batman’da yaşayan, “Son” ve “İhtiyarın Vefatı” adlı şiir kitapları ilgiyle karşılanmış olan şair Polat Onat, imzalı kitap aramak için uğradığı sahafta, Adem Yoksun adlı bir berbere ait şiir dosyasına rastlamış ve dosyanın içeriğindeki birbirinden ilgi çekici tespitleri fark edince çok heyecanlanıp bize yollamıştı.

Adem Yoksun intihar ederek bu dünyadan ayrılmadan önce, şiir dosyasının başında önsöz olarak yer verdiği, ilginç bir roman olarak da okunabilecek müthiş bir metne imza atmış meğerse.

Adem Yoksun’un genelde insanlara, özelde edebiyat çevrelerine karşı, yeri geldiğinde içtenlik ve sevecenlik, yeri geldiğinde eleştiri ve öfke dolu duygularını saçtığı, ayrıca birçok orijinal  olay ve tespiti de paylaştığı bu özgün çalışmasından nemalanır hüviyette gözükmek istemediği için, dosyayı keşfedip bize gönderdiğinde 'Polat Onat' adı altında yayınlanmasını istemeyen, fakat sonradan ikna olup fikrinden vazgeçen yazarımıza bu vesileyle teşekkür ederiz.

Trajik bir sonla aramızdan ayrılan değerli şair Adem Yoksun'u ise saygı ve minnetle anıyoruz.


Okurken Sizi Alıp Götüren Bir Kitap: Ölümsüz Cümleler / Elif Yeğin


"Ben onları öldürmedim.Sadece kendilerini bekleyen sona ulaşmalarına aracılık ettim.Olsa olsa kader muhafızlığı denebilir buna.Cinayet asla denemez."
Değerli Yazarımız Polat Onat Bey'in okuduğum ikinci kitabıydı.İlk okuduğum kitabı Kurtalan Ekspresinde Tuhaf Bir Yolculuktu ve yazarımızın kalemine hayran kalmıştım.
ve
Durmadım ikinci kitabıyla yol aldım.
Şimdiye kadar yerli ve yabancı çok yazarımızdan polisiye roman okudum.
Okuduğum kitap diğerlerinden çok farklıydı.Kurgu bakımından tutunda romandaki karakterlerin isimlerini vermeyip ( Dedektif,Olay Yeri İnceleme Görevlisi,Otopsi Doktoru,Rüyadaki Sakallı Adam,Profesörün Kocası Ressam vb )
gibi tanımlamalarla anlatılmış kitapta
Dili sürükleyici okurken alıp sizi götürüyor.Katilin yazdığı şiirlerde onun ruh halini tamamlıyor.Şiirleri çok beğendiğimi söylemeliyim.
Yazarımı ölenlerin dış görünüşlerinde ünlülere yer vermiş ki bildiğim ve bilmediğim çok ünlüler
bu da kitaba renk katmış.Benimde çok sevdiğim isimlerle karşılaşmak hoşuma gitti.( Morgan Freeman, Gerard Depardieu,Robin Williams,Jack Nicholson )
Bilgilerle donatılmış bir kitaptı (tıpla ilgili,bitkilerle ilgili ) birçok kavram öğrendim.
Yazarımıza duyarlılığından dolayı çok teşekkür ederim.(Kitap okumanın önemini vurguladığı ve kitabında yer verdiği için)
Ünlü yazarlar ve şairleri görmek hoştu.
Kitaplarını ve şiirlerini not aldım.
Kaçırır mıyım?
Meraklı mı meraklı dedektifimizin apartmanındaki kapı komşusu beni gülmekten kırdı.Karnıma gülmekten ağrı girdi.Çoooook hoştu. :)
Teşekkürler Değerli Yazarım
Gelelim yorumuma
Son üç haftada öldürülen üç kişi
Ortak noktaları eğitimci olmaları
(İlkokul Öğretmeni,Üniversite Profesörü ve Lise Müdürü)
Dedektifimiz ve yardımcısı katili bulacak mı?
Peki siz bulacak mısınız ?
Ben yine katili kıl payı kaçırdım.
Ama katile de hak vermediğim değil
Sebebinde haklı
Polisiye sevenlerin ilgisini çekeceği gibi polisiye sevmeyenlerin bile hoşuna gidecek bu harika kitabı kaçırmayın derim.
Yazarımızın emeğine yüreğine ve kalemine sağlık
Buradan çok sevdiğim ünlü şairimiz Fazıl Hüsnü Dağlarcayı da saygıyla yad ediyorum.
Alıntılar
Bazı insanların karanlıktan korkmasına ise hiç anlam veremiyorum.Görecek bir şey olmayınca korkacak bir şey de olmaz ki!
Ünlü yazar Thomas Wolfe'un beyin tümörü nedeniyle hastanede yatarken,ölmeden önce söylediği son sözler ne olmuş biliyor musunuz?"Lütfen bir kalem..."
Hiçbir şey ,bir anıyı hafızaya,unutma arzusu kadar güçlü yerleştiremez.
Michel de Montaigne
Sadece aşkta ve cinayette gerçekten içten olabiliriz .
Friedrich Dürrenmatt
Bir gün daha geçti.Bir gün deyip geçmeyin.Bazen bir ömürdür bir gün.
Sokağınızdan aheste geçip gidecek içinde olduğum tabut ve aniden geçip gitmeye başlayacak hiç geçip gitmeyen.
Ey insanlar! Sizi bitimsiz acılarınızla baş başa bırakıyorum.
Benim gitmem gerek...

      Elif Yeğin


18 Nisan 2018 Çarşamba

Eğlence ve Heyecan Dolu Bir Polisiye Roman: Ölümsüz Cümleler / Çiğdem Doğan



EĞLENCE VE HEYECAN DOLU BİR POLİSİYE ROMAN:
ÖLÜMSÜZ CÜMLELER

            Sayın Polat Onat'ın "Kurtalan Ekspresinde Tuhaf Bir Yolculuk" isimli kitabından sonra okuduğum ikinci kitabıydı "Ölümsüz Cümleler". Birkaç tane yazarın kitapları haricinde aslında bu zamana kadar çok fazla polisiye okumadım. Hatta en son okumuş olduğum seri şekildeki polisiye tarzı kitabı çok beğenmiş uzun bir süre de etkisinde kalmıştım. Polat Onat'ın bu kitabını da okumaya başlamadan önce tereddüt ettim bir an aynı keyfi alabilecek miyim diye. " Alabildim mi peki?" sorouna "Fazlasıyla." diye cevap vererek yorumumu buraya bırakıyorum:

            Romanın işleniş tarzı ve olay örgüsü bir hayli değişik geldi bana. Bu da okurken insanda merak ve kafalarda bolca soru işareti bıraktırıyor. Bir şehirde arka arkaya işlenen seri cinayetler ve bu cinayetlerin ortak noktası ise hepsinin de eğitimci olması. Bu gizemli cinayetleri çözmek için görevli dedektif ve polis memuru. Ama işleri sanıldığı kadar kolay değil.

            Kitabı okurken daha doğrusu işlenen cinayetler hakkında varsayımlarda bulunurken kendi içsesimle öyle şeyler ortaya attım ki kitabı okuyup bitirdikten sonra kendime kocaman bir aferin verdim. Öyle kişileri katil yaptım ki hatta üniversitenin temizlik işlerinden sorumlu kişiden tutun da öldürülen öğretim görevlisinin oğluna kadar... Peki katil kim mi? Hiç olmayacak biri ve öldürme nedenini de düşündüğüm de azıcık da olsa haklı mı ne diye düşünmedim değil hani!

            Kitabın en farklı yanı ise kitaptaki karakterlerin hiçbirinin isminin verilmemiş olması. Roman boyunca onları Dedektif ,Polis Memuru, Garson Kız , Veteriner Hekim şeklinde meslekleriyle isimlendiriyor ve kişilerin dış görünüşleri ile ilgili tanımlama yapılırken de sanat dünyasındaki popüler kişiler örnek gösteriliyor. Kitabı okurken kim neye benziyor diye sık sık Google'dan yardım aldığım doğrudur. Çünkü Bu konuda epey cahil kaldığımın farkına vardım! Ayrıca katilin kitap aralarında kendi dünyasını yansıttığı şiirleri de bir hayli ilginç geldi bana.

            Ve son söz olarak: Hem eğlence dolu hem de polisiye türünde bir kitap okumak isterseniz bu kitabı sakın kaçırmayın diyerek, sayın Onat'ın kalemine sağlık diyorum.

                        Çiğdem Doğan



29 Mart 2018 Perşembe

Gizemli ve Maceralı Bir Yolculuk / @kitapciikiiz



Gizemli ve Maceralı Bir Yolculuk

"Yatılı okul hayatının dostluk ve dayanışma ile yoğrulmuş samimi ortamında bir araya gelmiş üç arkadaş, inanılmaz bir maceraya yelken açıyor..."

Çok eğlenceli bir çocuk hikâyesi.

Ama ben bunu sadece çocuklar için değil yetişkinler içinde okunabilir görüyorum çünkü ben okurken hem eğlendim hem ilkokul yıllarıma bir yolculuk yaptım böyle hatıralarım gözümün önüne geldi çok farklıydı.

Genelde hep uzun ve kalın romanlar okuduğum için arada böyle kısa hikâyeler okumak çok iyi geliyor zaten.

"Yatılı Okuldaki Hazine" de hem çocukluk dostluğunun hem böyle küçük gizemli maceralı bir yolculuğu anlatıyor.

Kitabın devamı da olacak ve çıktığı zaman devamını da hemen okumak istiyorum açıkçası. Çünkü asıl beklenen yerde son buluyor. En heyecanlı bölümün böyle bitmesi daha da merak ettiriyor tabii.
Özgür ve Soner yatılı okulda kalan iki arkadaşlar.

Bir gün kütüphaneye giderler ve orada son sınıflardan bir çocuk ile tanışırlar. Aralarında Sır Kardeşliği Kulübü kurarlar
Üçünün de buldukları gizemli bir kitap var. O kitaptan buldukları hazine haritası ile küçük bir plan yaparlar. Sonucunda ellerine geçen şey şu an belirsiz devamında göreceğiz artık.

Herkese bu eğlenceli hikâyeyi tavsiye ederim.

                   @kitapciikiiz

19 Mart 2018 Pazartesi

Bu Kitabı Okurken Vaktin Nasıl Geçtiğini Anlamadım / Çiğdem Doğan



Bu Kitabı Okurken Vaktin Nasıl Geçtiğini Anlamadım

Çiğdem Doğan

            Kalemi ile yeni tanıştığım Sayın Polat Onat'ın otobiyografik roman türünde yazmış olduğu, Kent Kitap etiketiyle çıkan "Kurtalan Ekspresinde Tuhaf Bir Yolculuk" isimli kitabına dün memleketim Samsun'da dinlenme amaçlı oturmuş olduğum kafede şöyle bir göz gezdirdim. Yaşadığım ilçeye dönüş yolunda da okumaya inatla devam ettim.

            İnatla devam ettim diyorum çünkü bindiğim araçtaki insanların ayakta kitap okuyan birini ilk defa gördüklerini düşünüyorum. Bu anlamda da tıpkı yazar Polat Onat'ın yapmış olduğu tren yolculuğundaki tuhaflık, galiba benim de bu dönüş yolculuğum esnasında oldu sanırım.

            Ve gelelim kitabınıza: Tek cümle ile özetlemek istersem, "Kitabı okurken vaktin nasıl geçtiğini anlamadım bile." derdim. Ben çok beğendim doğrusu. Usta şair Fazıl Hüsnü Dağlarca'nın hüzünlü ve bir o kadar da şaşırtıcı hayat hikâyesi beni gerçekten çok etkiledi.

            Kitapta öyle satırlar var ki burada yazmadan geçemeyeceğim:

            - Hangi işte çalışırsan çalış, sabahleyin erkenden işine giderken birkaç şiir oku güne öyle başla. Yüreğin açılır, ayakların açılır, ellerin, zihnin ve yaşaman açılır.
 

            - Kalemler tükeniyor aynı hayatlar gibi. Ama yedek hayat yok.

            - Fazıl Hüsnü Dağlarca'nın vasiyetiymiş. Kadıköy'deki dairesi, eşyaları, kitapları ve resimleriyle bir müze evi yapılmasını istemiş. İsmini de kendisi koymuş "Dağlarca'nın Gökyüzü". Keşke bir an evvel hayata geçirilebilse bu vasiyet. Kim bilir ne kadar mavi gözükür gökyüzü şairin ışıltılı gözleriyle baktığı penceresinden... İnşallah en kısa zamanda bu dileği gerçekleşir diyorum, çünkü bunu ben bir vefa borcu olarak görüyorum.

            - Ve usta şair Dağlarca'nın kitaplarında yer almayan bir şiirinden, kısa bir alıntı:

            Kapı çalındı
            Gelen kim
            Ormancıydı o
            Ağaçlarını çok severdi
            Ormancıyı askere aldılar
            Giden kim

            Batman'dan başlayıp Haydarpaşa Garı'na uzanan otuz iki saat süren bir tren yolculuğu. Trendeki her türden insan örnekleri... Ve efsane şair Fazıl Hüsnü Dağlarca ile şiir sevdalısı bir gencin birlikte geçirdiği iki günün akıcı bir dille anlatımının olduğu bu hoş kitabı, herkesin okuması dileğiyle... Yazarın kalemi daim olsun.

            Dip not niteliğinde:
            Kitapta yer alan Erzurumlu Amca ile geçen diyaloğa çok güldüm.
            "İçi sarı, dışı beyaz?"
            "Yumurta."
            "Hah! Doğru, aferin!"

                        Çiğdem Doğan


18 Mart 2018 Pazar

Doğaüstü Güçler, Gerilim, Korku, Gizem ve Tam Bir Karabasan: "Kıyamete Son 99 Gün"



Doğaüstü Güçler, Gerilim, Korku, Gizem 
ve Tam Bir Karabasan:
"Kıyamete Son 99 Gün"

            Betiğin adı bile sizi kendine çekmeye yetiyor. "Kıyamete Son 99 Gün". Yazar Polat Onat gerçekten değişik bir bakış açısıyla yazmış.

            Okurken yer yer bir klasik okuyormuş tadı aldım. Özellikle başkişinin kendi algıladığı yaşam şeklinin öne çıktığı betik, yer yer bir sorgulama, yer yer bir isyan niteliğinde. Büyük günün açıklanmasından sonra toplumun nasıl tepkiler verdiğine de değinilmiş. Son yaklaşırken nasıl olur da bir distopya durumuna geliyor yeryüzü, günbegün okuyoruz. Ölümden korkanla korkmayanın aynı sonu yaşayacağı kaçınılmaz.

            Tüm bu olumsuzlukların ve kötülüğün içinde iyiyi görebilme beceresi oldukça az kişide var. Üstüne bir de doğaüstü güçler eklenince, gerilim, korku, gizem de baş gösteriyor. İnsanlık, tüm olanaklarını kullanarak kıyametten bir kaçış bulabilir mi yoksa bu da boşuna bir çaba mıdır? Her gün için kendine bir görev edinen başkişimiz ise yaşamı boyunca yaşamadıklarını yaşamaya başlıyor. Son güne kadar insanlığından vazgeçmeyecek kaç kişi vardır şu yeryüzünde?

            Konu çok ileri olmayan yakın bir gelecekte ve ileri teknolojide geçiyor. Bu da ayrı bir lezzet katmış. Görünmeyen canlılar türüyor ve doğa sarhoş olmuş gibi davranmaya başlıyor. Tam bir karabasan.

            Onat'ın kalemini ben çok sevdim. Her bir günü okurken çok güzel tümcelere de denk geldim. Bazılarında durup düşündüm. Kurgusu çok güzel olmuş. Bazen Filibeli Ahmet Hilmi"nin A'mak-ı Hayal'inin, bazen de Dostoyevskinin "Yer Altından Notlar"ının tadını aldım. Ancak tamamen kendine özgü bir betik.

            Bir diğer özelliği de yazım dilinden kaynaklı. Okuma geçmişi olmayan birinin okumaması gerekir çünkü bazı sözcüklerin derin anlamları var. Bir de konuyla ilgili belli oranda din bilgisinin de olması önerimdir.

            Herkese esenlikler dilerim.

                @b.e.t.i.k.e.v.i


15 Mart 2018 Perşembe

Kent Kitap Yayınlarından Çıkan PolatOnat Kitapları


Kent Kitap Yayınlarından 
çıkan kitaplarım huzurlarınızda...

1. Ölümsüz Cümleler

2. Her Çocuk Harikadır

3. Kurtalan Ekspresi'nde Tuhaf Bir Yolculuk

4. Matematik Ormanı Masalları

5. Türkçe Denizi Masalları



8 Mart 2018 Perşembe

Polat Onat'ın Kadınlar Günü Armağanı





Bir yazarın, Kadınlar Günü armağanı böyle oluyor:

"Annem Necla Hanım,
Anneannem İsmigül Hanım 
ve
Anneanneannemin annesi Fatma Hanım'a 
ithafen"

Şu an matbaada olan ve Artshop Yayınları etiketiyle
bu ay okurla buluşacak,
İsmet Kemal Karadayı Şiir Ödülünü kazanmış 
"KARANLIK KAHVALTI" 
adlı 3.şiir kitabımın ithaf sayfası.

6 Mart 2018 Salı

Elif Yeğin: "Polat Onat'ın Kitabı O kadar Akıcı Ki, Başladığınızda Nasıl Bitirdiğinizi Anlayamıyorsunuz."



ELİF YEĞİN: "POLAT ONAT'IN KİTABI O KADAR AKICI Kİ, 
BAŞLADIĞINIZDA NASIL BİTİRDİĞİNİZİ ANLAMIYORSUNUZ."
            

            Değerli Yazarımız Polat Onat Bey'in "Kurtalan Ekspresi'nde Tuhaf Bir Yolculuk" kitabını okudum.Otobiyografik bir roman.

            Fazıl Hüsnü Dağlarca'yı tanımayan yoktur. Birkaç şiirini okumuşsunuzdur. Benimde severek okuduğum şiirleri vardı.Yorumumun altına şairin bir şiirini ekleyeceğim.

            Yazarımızın da dediği gibi: "Dağlarca, bir asra yakın, hemen tamamı sadece şiire adanmış bir ömür, özenle oluşturulmuş yüzden fazla şiir kitabı, acıyla dokunmuş on binlerce şiir, göz nuru dökülmüş yüz binlerce dize... Fazlı Hüsnü Dağlarca'dan bahsediyoruz."

            Batman'dan İstanbul'a kadar olan uzun tren yolculuğunda geçen diyaloglar... Genç idealist bir yazar... Fazıl Hüsnü Dağlarca hayranı. Üstadı evinde ziyareti ve elindeki şiirleri değerlendirmesini istemesi... Aralarında geçen diyaloglara tanık olacaksınız sadece o mu, üstadın hayat ile ilgili görüşleri de kulağımıza küpe olacak. Tavsiyelerde bulunduklarının hepsi hayatta tatbik etmemiz gereken öneriler.

            Kitabımız 80 sayfadan oluşuyor .O kadar akıcı cümleler ki başladığınızda nasıl bitirdiğinizi anlamıyorsunuz.

            Bizleri Fazıl Hüsnü Dağlarca ile tanıştıran değerli yazarımız Polat Onat'a teşekkürlerimi sunuyorum ve diyorum ki; şairlerimize ve yazarlarımıza gereken ilgiyi yaşarken göstermemiz bizler için bir insanlık borcudur, çünkü bunu fazlasıyla hak ediyorlar.

            Birde Fazıl Hüsnü Dağlarca'nın vasiyeti varmış. Kadıköy'deki dairesi kişisel eşyaları, kitapları ve resimleriyle onun adını taşıyan bir anı evi, müze olacakmış. Adını zaten sağlığında kendisi koymuş: "Dağlarca'nın Gökyüzü". Buraya gençlerin gelmesini, kitap okumalarını, çay-kahve içip sohbet etmelerini istermiş.

            Gerekli prosedür tamamlansa da "Dağlarca'nın Gökyüzü" bir an önce açılabilse.
Kim bilir ne kadar mavi gözükür gökyüzü, şairin ışıltılı gözleriyle yıllarca penceresinden baktığı evrenin o noktasından.

            Yazarımıza katılıyorum.Bu üstadımıza bir vefa borcudur.

            "Kurtalan Ekspresi'nde Tuhaf Bir Yolculuk" kitabını okumanızı tavsiye ediyorum.

            KİTAPTAN ALINTI:

            "Hangi işte çalışırsan çalış, sabahleyin erkenden işine giderken birkaç şiir oku, güne öyle başla.Yüreğin açılır,ayakların açılır,ellerin açılır,zihnin açılır,yaşaman açılır."

            "Kalemler tükeniyor. Aynı hayatlar gibi. Ama yedek hayat yok."
  
                      ELİF YEĞİN / Samsun



            Şimdi ise Fazıl Hüsnü Dağlarca'nın sevdiğim şiiriyle sizleri başbaşa bırakıyorum ve şairi yad ediyorum. Anısına saygıyla...
   
Mustafa Kemal'in Kağnısı

Yediyordu Elif kağnısını,
Kara geceden geceden.
Sankim elif elif uzuyordu, inceliyordu,
Uzak cephelerin acısıydı gıcırtılar,
İnliyordu dağın ardı, yasla,
Her bir heceden heceden.

Mustafa Kemal'in kağnısı derdi, kağnısına
Mermi taşırdı öteye, dağ taş aşardı.
Çabuk giderdi, çok götürürdü Elifçik,
Nam salmıştı asker içinde.
Bu kez yine herkesten evvel almıştı yükünü,
Doğrulmuştu yola önceden önceden.

Öküzleriyle kardeş gibiydi Elif,
Yemezdi, içmezdi, yemeden içmeden onlar,
Kocabaş, çok ihtiyardı, çok zayıftı,
Mahzundu bütün bütün Sarıkız, yanı sıra,
Gecenin ulu ağırlığına karşı,
Hafifletir, inceden inceden.

İriydi Elif, kuvvetliydi kağnı başında
Elma elmaydı yanakları üzüm üzümdü gözleri,
Kınalı ellerinden rüzgâr geçerdi, daim;
Toprak gülümserdi çarıklı ayaklarına.
Alını yeşilini kapmıştı, geçirmişti,
Niceden, niceden.

Durdu birdenbire Kocabaş, ova bayır durdu,
Nazar mı değdi göklerden, ne?
Dah etti, yok. Dahha dedi, gitmez,
Ta gerilerden başka kağnılar yetişti geçti gacır gucur
Nasıl dururdu Mustafa Kemal'in kağnısı.
Kahroldu Elifçik, düşünceden düşünceden.

Aman Kocabaş, ayağını öpeyim Kocabaş,
Vur beni, öldür beni, koma yollarda beni.
Geçer götürür ana, çocuk, mermisini askerciğin,
Koma yollarda beni, kulun köpeğin olayım.
Bak hele üzerinden ses seda uzaklaşır,
Düşerim gerilere, iyceden iyceden.

Kocabaş yığıldı çamura,
Büyüdü gözleri, büyüdü yürek kadar,
Örtüldü gözleri örtüldü hep.
Kalır mı Mustafa Kemal'in kağnısı, bacım,
Kocabaşın yerine koştu kendini Elifçik,
Yürüdü düşman üstüne, yüceden yüceden.

            Fazıl Hüsnü Dağlarca