23 Ekim 2011 Pazar

Deprem


 




















(...)
gideyim ona ve tutayım ellerini
diyeyim kabul et tüm mutluluğumu
sonra çevirir yüzümü ve duyarım bir kuşun
uzak kayıp ülkelerde dehşetle ötüşünü.

E.E.CUMMİNGS

18 Ekim 2011 Salı

Şiirin Beyhudeliği ve Dağlarca'nın Asaleti / Polat Onat




ŞİİRİN BEYHUDELİĞİ VE 
DAĞLARCA’NIN ASALETİ


Hemen herkesin kulağına aşina gelen, öğrencilik yıllarında, okul kitabında rastladığı birkaç şiirini okuduğu bir şair Fazıl Hüsnü Dağlarca. Bugün, yani 15 Ekim, onun ölümünün üçüncü yıldönümü. Birinci elden tanıdıklarının çoğunun aramızda olduğu bu dönemde bir "Dağlarca Belgeseli" projesine ihtiyacımız yok mu? Elbette yok! Hele aradan bir yirmi-otuz yıl geçsin...

Şiir kolay bir şeydir; herkes rahatça oturup yarım saatte bir şiir yazabilir! Her insan biraz sevdalıysa, bir nebze hüzünlüyse birkaç günlüğüne şair kesilir. Belki bazı etkileyici kitaplar okunmuşsa, etkilenimlerin itelemesiyle bu şairliğin süresi birkaç aya yükselebilir. Dahası, çevredeki kimi yakın dostların teşvikiyle şairliğin miadı birkaç yıla yayılır. Dergilerde ürünlerle gözükmeler, bir ihtimal şiir kitabı yayımlatma... Genel itibarıyla konuşursak; ancak o kadar işte. Sonra hayatın zoraki sürüklemeleri neticesinde şiirin beyhude lânetinden kaçış, rutinin sakin sıradanlığına sığınış. Şiir yorar, acımasız bir cendereye sokar heveslilerini. Yıllar sonra ise "Ben de yazmıştım bir zamanlar" içlenmesiyle nihayete erer bu serüven.

Bir de karşısında saygı duruşuna geçilecek bir emek ve sabır dağı var. Bir asra yaklaşan ömrü boyunca şiirin o ağır yalnızlığını, çıldırtıcı ızdırabını, asil bir tutkuyla sırtlamak... Fazıl Hüsnü Dağlarca'dan bahsediyorum. Hemen herkesin kulağına aşina gelen, öğrencilik yıllarında, okul kitabında rastladığı birkaç şiirini okuduğu bir şair. Bugün, yani 15 Ekim tarihi, onun ölümünün üçüncü yıldönümü. Öldüğünde genel itibarıyla yazılı ve görsel basınımızda, bir pop şarkıcısının gece hayatındaki maceraları kadar bile yer kaplamamıştı. Yeterince yadırgatıcı değil mi bu manzara? Bir asra yakın, hemen tamamı sadece şiire adanmış bir ömür, yüzden fazla şiir kitabı, acıyla dokunmuş belki on binlerce şiir, göz nuru dökülmüş yüz binlerce dize... Bir tek kitabı, "Çocuk ve Allah" bile onu çağımızın en büyük ve unutulmaz şairi olarak anmamız için yeterliydi oysa. Şiire adanmış ve yalnız şiir için yaşanan bir hayatın, böyle bir şairin ise toplumda daha büyük bir ilgi, sevgi ve coşku hâlesiyle kuşatılmış olması lazım gelmez miydi?

Şunu düşünüyorum; Dağlarca'nın şiirini hemen her kesim belli bir ölçüde mutlaka sever. Hangi dünya görüşüne sahip olursa olsun, her okurun kendini bulacağı, seveceği şiirleri vardır Dağlarca'nın. Fakat ne yazık ki, bir bütün olarak, hiçbir siyasi, felsefi, ideolojik anlayış da Dağlarca'yı bütünüyle sahiplenemez. Çünkü inişleri, çıkışları, tezatları, yansımaları, labirentleri bunca bol bir şiir, tamamıyla kabullenilemez, 'kategorize' etmeye alışmış algılar tarafından. Bu, sığlaşmaya engel teşkil etmesi sebebiyle belki de 'iyi bir şey'dir, kim bilir?

Böylesine velût bir şairin, niteliği belli bir çıtanın altına hiç düşmeyen, son dönemlerinde derin bir bilgeliği sessizce kucaklamış şiirleri yeterince yankı bulabildi mi? Hiç sanmıyorum. Elbette, doğal olarak, kimi kitap tanıtımları, ustaya saygı içeren dergi dosyaları, dostlarıyla ilginç anekdotlarını kapsayan bazı yazıları, edebiyat çevrelerinde dolaşımda olan dergilerde yer buluyor, bulacak. Fakat şairin, hem yerel ölçekte merceğini çevirdiği konuları hem de evrensel boyutta parmak bastığı temaları, arzulanan ciddiyette akademik bir perspektiften derinlemesine inceleyen yapıtların yetersizliği net bir gerçek. Dahası birinci elden tanıdıklarının çoğunun aramızda olduğu bu erken dönemde, kapsamlı ve çok boyutlu bir "Dağlarca Belgeseli" projesine ihtiyacımız yok mu? Elbette yok! Hele aradan bir yirmi-otuz yıl geçsin... Acelemiz ne, öyle değil mi?
  
Fazıl Hüsnü Dağlarca'nın vasiyetiydi. Kadıköy'deki apartman dairesi, kişisel eşyaları, kitapları ve resimleriyle onun adını taşıyan bir müze olacaktı. Adını zaten sağlığında kendisi koymuştu: "Dağlarca'dan Gökyüzü". Buraya gençlerin gelip kitap okumalarını, çay-kahve içip sohbet etmelerini isterdi. Keşke bürokratik işlemler bu kadar uzamasa da "Dağlarca'nın Gökyüzü" bir an önce açılabilse... Kim bilir, ne kadar mavi gözükür gökyüzü, şairin ışıltılı gözleriyle yıllarca penceresinden baktığı o evden?

           
        Polat ONAT
          Kültür Sanat Sayfası, 15 Ekim 2011

16 Ekim 2011 Pazar

Ortak Dili Zorlayan Bir Çalışma: "İhtiyarın Vefatı" (Ferit Esmer Genç)




İHTİYARIN VEFATI


Şair kitabın arka kapağında, kitabına dair şöyle bir açıklamada bulunmuş:

"şunu söyleyeyim günümüz şiirinde sıkça kullanılan güvenli 
yolda yani belirli bir dizge etrafında imgeselliğe yaslanan 
kolaycılığa sapmaktansa risk almayı tercih ederek 
alabildiğince basitlik ve yalınlıktan absürtlüğe dahası 
zırvalamaya dek açılan yelpaze etrafında sıradanlıklardaki 
müthiş çarpıcılığı lirik tonda hissettirme belki az da olsa
duyumsatma çabasının mütevazi bir tezahürüdür bu çalışma"


Kitabın editörü ise arka kapakta şöyle demiş: “Bu dizelere ekleyecek çok şey var. Ama bunları sonraya bırakmayı istiyorum. Sadece açıklığın, anlaşılırlığın lirizmi diyeyim ben şimdilik. Ve Polat Onat’ın şiirini bu hemen kavranan açıklıktaki mesafede duran imgeyle ördüğünü belirteyim. Ve elbette Polat Onat’ın şiirimizde farklı ama önemli bir yer edineceğini de. Okuyucuya bu sağlam, bir kitap bütünlüğü taşıyan bu güçlü şiiri okumasını salık vereceğim.”

Polat Onat, 1979 yılında İstanbul’da doğdu. Eğitim hayatına Bursa, Gümüşhane, Isparta ve İstanbul gibi şehirlerde devam ettirmiştir. Samsun 19 Mayıs Üniversitesi Sınıf Öğretmenliği Bölümünden mezun olmuştur. Şu an Batman’da sınıf öğretmeni olarak çalışmaktadır. Evlidir. Bir kız ve bir erkek çocuk babasıdır. 

Polat Onat şiir yazma hayatına, daha önceleri de yazmakla birlikte 2009 yılında ilk şiir kitabı olan "Son"u çıkararak başlamıştır. “İhtiyarın Vefatı” ise şairin Şiirden Yayıncılıktan yayımlanan ikinci şiir kitabıdır. Şair ayrıca birçok dergide yazı yayımlamakla birlikte, 2002 yılında "Rıfat Ilgaz Şiir Yarışması / Mansiyon" ödülüne de lâyık görülmüştür.

1979 doğumlu olan bir şairin (32 yaşında) ilk kitabına "Son" ismini vermesi ve ayrıca ikinci kitabına "İhtiyarın Vefatı" ismini uygun görmesi, gerçekten şairin çok değişik bir bakış açısına sahip olduğunu göstermektedir.

İhtiyarın Vefatı kitabı "I. B/ölüm: Yaşlanmanın Ölümsüzlüğü" ve "II. B/ölüm: Ölümlerle Yaşlanan" diye iki bölümden oluşuyor. Her iki bölümde de 53’er şiir bulunarak toplamda kitap 106 şiirden oluşmaktadır. Yazar kendisine has bir şiir dili kullanarak çok değişik bir üslup ile şiirlerini kaleme almıştır. Eserin isminde de görüldüğü gibi ölüme yaklaşan bir yaşamın macerasını dile getirmektedir.

Yaşlanmak ve ölüm olgularını ele alan şairin, daha çok günümüzün geleneksel şiirleri üzerinden etkilendiğini söyleyebiliriz. Şöyle ki eserin ana temasını şu şiirinden anlayabiliriz:


"eskimiş kalaylı kazanlar
gençler yaşlılıktan ne anlar
tuhaf karşılanır toplumda
bu tür manzumeler yazanlar."
(sayfa: 117)


Günümüz şiiri artık 1940’lı yıllarda yazılan şiirlerden çok farklı bir şekilde ele alınmaktadır. Bu insanların değişen bir varlık olmasından ötürü şiirlerin temasında pek bir farklılık olmadığı halde şiirlerdeki nazım ölçüleri, kafiye örgüleri vb. gibi şiirin özelliklerinin çok değişmesindendir. Günümüzde artık kafiye örgüsü ve nazım birimleri pek kullanılmamaktadır. Onat’ın şiirlerinde de değişen dünya ile birlikte bir paralellik bulunmaktadır.

Onat şiirlerinde bir bütünlük anlamını belirtmekten çok, işi sözcüklerle götürme peşinde olduğu izlenimi vermiştir. Bu da şiirlerini aceleye getirdiği sonucunu anımsatmaktadır. Burada yine söz oyunlarıyla oynamasının yanında şekillere de çok yer vermiştir. Örnek olarak: Akvaryum (sayfa: 54), Suskun (sayfa: 82), Yağmur (sayfa:116), Şey (sayfa: 89)…


Yine şair bazı şiirlerinde sözcüklerle bilgi vermek istemiştir. Örneğin: İlaç (sayfa: 48), Otopsi (sayfa: 59), Sağlık (sayfa: 74)…


GÖZLÜK

kitabımı evirip çevireceksin
beğenmeyeceksin kapak düzenini
yine de yanında oturan kişiye
bu şairi tanırdım, diyeceksin
uyumsuzun biriydi.
okudukça dudak bükecek
hayıflanacaksın verdiğin paraya
daha iyisini yazardım, diye söyleneceksin
küçümseyeceksin kimi dizelerimi,
yansımasından ışıyıp duracağım birkaç saat
ince metal çerçeveli gözlüklerinin.



Polat Onat, İhtiyarın Vefatı, sayfa: 41

Gözlük şiirinde de görüldüğü gibi şair Şiirden Yayınlarından çıkan eserinin iç düzenini çok güzel betimlemiştir. Çoğu şiirlerinde noktalama işaretleri ve yazım kuralları yok sayılmıştır. Oysaki şiirde vurguyu noktalama işaretleri belirtmektedir.

Şiirde kendine has yeni bir tarz geliştiren Onat’ın, ortak dili zorlayan ve yer yer yıkan bu tarz eserlerine aslında edebiyat dünyasında ihtiyacımız var.

Ferit Esmer GENÇ

www.kitaphaber.com.tr

14 Ekim 2011 Cuma

Ölmeden Önceki Son Ders (VİDEO)



Randy PAUSCH (1960 - 2008)

ABD'li bilgisayar bilimleri profesörüdür. Ağustos 2006'da kendisine pankreas kanseri teşhisi kondu ve yoğun bir tedavi programına girdi. Bir süre sonra kanserin vücuda yayıldığı fark edildi ve artık ölümcül bir durumda olduğu kendisine söylendi. Bundan sonra Pausch, karısı ve 3 çocuğu ile daha çok vakit geçirebilmek için hayatını biraz daha uzatabilecek tedavilere ağırlık verdi. Ayrıca çocuklarına bir miras olarak bırakabileceği tek şeyin en iyi yapabildiği şey olan bir konuşma olabileceğini düşünerek en son çıktığı semineri bu amaçla verdi. 25 Temmuz 2008'de aile evinde hayatını kaybetti.

8 Ekim 2011 Cumartesi

Hasankeyf'te Ölmek





















(...)
Geceyi burada geçiren bir çoban
Akşamleyin bu taşa oturup belki
"Acaba ne olacak bu yerde
Bundan iki yüzyıl sonra" diye düşünmüştür
Ve yanıtlamıştır onu kabaran tepeler:
"Tanıdığın hiçbir şey."

M.RYON

5 Ekim 2011 Çarşamba

1 Ekim 2011 Cumartesi

Bekleme Salonu


BEKLEME SALONU

(...)
Bir başımayım
Bekleme salonunda yüreğimin
Beklemekteyim son treni
Gecenin bir yarısında
Buluşuyoruz garın bekleme salonunda
Sonra sen evine gidiyorsun
Bense hep evimdeydim zaten.


VLADİMİR LEVÇEV 

Ağaç ve Ev


Bacasından, püfür püfür
Yaşam tüterdi bir zamanlar
Şimdi terkedilmişliğin soğuk ve sessiz çığlığı
Ölümün parmak izleri dolaşır duvarlarında.

Ne garip ki evler kaldı kimsesiz;
İnsanlar sokaklarda çatısız, evsiz.

Ve o ağaç!

Gölgesinde misafir ettiğim, onca hayat... 
Nerdesiniz?
Beni toprağa bağlayın
Yeniden
Köklerimle değil ziyaretlerinizle.

Şiir: Yasemin Bozacı ÖZDEMİR
Fotoğraf: Özgür CEBECİ