Gizemli ve Sürükleyici Bir Roman:
Kıyamete Son 99 Gün
İlkay Coşkun
-Acaba Polat Onat, Esmaü’l Hüsna
şiirleri aracılığıyla aslında kendi dualarını mı yapmaktadır?
Merhaba dostlar,
Romanlar hakkında yazı yazmaktaki
en önemli sıkıntı romandaki konuyu, içeriği ve finali yazarak romanın dikkat
çekiciliğini, büyüsünü ortadan kaldırma yanlışlığıdır. Bunu romancı da istemez
değerlendirme yazısını yazanda ya da henüz kitabı okumamış okur adayları da
istemez. Romanın gizemini kaybetmemesi adına fazla açık olmayan bir
değerlendirme yapmak istiyorum.
Romanı okurken, meraktan son
sayfaları önce okuma dürtüsünü yoğun hissederek okudum eseri. Heyecan duyduğum
kitaplarda bu ruh halini hep yaşamışımdır. İnsanlar yaşarken topluluk halinde
olsalar da her birey tek başlılığını özünde yaşadığı gibi ölüme de topluca
gidilse dahi herkes kendi ölümünü tek olarak yaşayacaktır. Kaçınılmaz olan,
inancımıza göre kişi ölümden sonraki sürece de tek başına şahit olacaktır.
Romanın ismi kitabın içeriği
hakkında okura ön fikir veriyor esasen. Ana eksen konusu, dünyanın doksan dokuz
gün sonra Ay’la çarpışması ve akabinde kıyametin kopması üzerinedir. Yazara
göre bu çarpışmadan dünya üzerinde yaşayan tüm insanların bu çarpışmadan direkt
yahut dolaylı etkilenerek hayata veda edeceği öngörüsü. Doksan dokuz günlük
süreç 2 Aralık 2029 da başlayıp 10 Mart 2030 da sonlanıyor. Sona yaklaşmanın bu
kadar net ortada olması yazarın ve çevresinin bu süreçteki sancılarının yalın
fakat bir o kadar da derinlerde gizem barındıran anlatımını etkileyici buldum.
Süreç içerisinde ki negatif anlamdaki heyecanları ise romanı sürükleyen en
önemli hamleler.
Kıyamet tarihinin uzak değil de
yakın bir tarihin seçilmesi, okuru kendi dünyasına katma isteği olarak
düşünüyorum fakat romanın yaşandığı tarihte geçen birçok kavram şuan ki hayal
gücümüzü zorlar nitelikte. Mesela sincapların neslinin tükenmekte olduğu,
ortalama insan ömrünün sentetik ilaçlarla üç yüz seneye yükseldiği, karbon
takviye hapı, rüya görme makinesi, insanın avuç içinin deri altına monte edilen
para yerine geçen elektronik çipler,
havada yüzen ve uçma özelliğine de sahip ihtişamlı devasa konaklar gibi
birçok ütopik kavramlar var. Burada birbiriyle örtüşmeyen bir noktayı
yazarımızdan özür dileyerek dile getirmek istiyorum. Hayal gücümüzü zorlayan bu
kavramlar kullanılmış ve güzel de olmuş ama bunların geçtiği tarih 2030 değil
de kıyamet tarihini daha ileri bir tarih olarak okuyucuya sunsa idi daha
isabetli olurdu diye düşünüyorum. 2016-2030’lu yılları arasına bu hayal ötesi
kavramların varlığını sığdırmak fazlasıyla hayal gücü. Yazarımıza bu noktada
yaptığım eleştiriye vereceği cevabı merak etmekten de kendimi alamıyorum.
Kıyamete neden seksen gün değil de
doksan dokuz gün kaldı? Ya da neden yüz on gün değil? Yazarımızın doksan dokuz
gün üzerinden bu romanın iskeletini oluşturmasının nedenlerini, ikinci günün
sonunda belirgin şekilde okuyucunun önüne koymuştur. Her gün Allahın doksan
dokuz isminden biriyle oluşturulan bir şiirle sonlandırılması, romanı farklı
bir yaklaşımla okuyucuya sunmasını olumlu anlamda farklılık olarak
yorumluyorum. Yazar bu şiirleri romanla beraber taşımasını, kendi duası olarak
açıklamasını mantık dairesi içerisinde güzel buldum. Hal böyle iken yazarımız
hayalle, gizemle ve ezoterik bir dünya bakış açısıyla, en güzeli de şiirsel
dualarıyla okuyucuyu -inanç adasına-
taşımıştır.
Ölüm geliyor hepimizi almak için” diyen yazar bu gerçekte birleştiriyor okuyucuyu.
İnsanın ölümü kendisinin büyük kıyametidir başlı başına. Ölüm zamanının
bilinmezliği insanda ki umutları diri tutarken, kesinleşmiş tarihli bir ölümü
beklemenin insanda yarattığı duygu çöküşü bu romanın en etkin teması olarak
karşımıza çıkıyor. Her geçen an biraz daha ölüme yaklaşıyor olmak ölümün insan
beynini işgal etmesi, insana verilen en büyük ceza mıdır yoksa ödül müdür
tartışılır.
Romanın birçok yerinde şifrelenmiş
hissini uyandıran özel bölümler var. Esrarengiz kitap severlerin kıvrak zekasını
test edecek türden. Kullanılan tarihlere, saatlere kurnazca farklı anlamların,
çağrışımların yüklenmesi gibi.
Yazar romanın başkahramanıyla
kendini fazlasıyla özdeşleştirip zaman zaman başkahramanın önüne geçtiği anlar
da hissedilmiyor değil. Günleri sayma, saatleri, saniye, hatta saliseleri
sayma, kalan zamanın her zamankinden daha değerli olduğunun vurgusu adına
yapılan detaylı anlatımlar olarak görüyorum.
Ölüme inat kalıcı olma, ölüm
sonrasında iz bırakma daha genel anlamda ölüme çalım atma insanlığı üretken ve
diri kılıyor. Yazılan her eserde ileriye yönelik düşünülen bu felsefenin
izlerini buluyoruz. Bu eserde de bu izler fazlasıyla var “Ne yazık ki sonrası, uzun beyaz bir unutuş…”
Her ne kadar geleceğin romanı
hüviyetinde gözükse de günümüzle ilişikliğini de göz önünde bulundurduğumuzda
kitabın ayağı yere basan bir tarafı var. Her ne kadar romanda yabancı isimleri
kullanmış olsa da daha çok doğunun gizemli esintileri hissediliyor eserde.
Ayrıca Okültizm ve ezoterik gelenek anlayışından öte reel yaklaşımlar sunuyor
olması romanın tümüyle gerçek dışı bir eser olmaktan kurtarıyor.
Ana hatları sade ama gizem bezeli,
sürükleyici, menzili olan bir roman. Zihinsel zenginliğiyle deruni ruh
hallerini önceleyerek felsefik açılımlar sunuyor okura. Yazar bir bölümde “yazdıklarından çok, yazacakları merak
ediliyorsa o kişi iyi bir şair olmuş demektir” diyerek hem şair
tanımlamasını hem de romanını şiirlerle birlikte taşıma mantığını bu ifadelerle
paylaşmıştır.
Roman içerisinde cevaplandırmak
için sabırsızlandığım şu satırları sizlerle paylaşmak istiyorum. Nedensiz
sıkıntımı daha iyidir, yoksa nedensiz sıkıntı mı? Sorusuna elbette bir cevabım
var. Sıkıntının her iki şeklide arzu edilmez ama bir tercih yapılması
gerekirse, nedensiz sıkıntı daha iyi, daha bir rahatsınızdır. Bu anlamda suçlu
kimse yoktur ve hiç kimseyi suçlayamazsınız. Birileriyle karşı karşıya kalmamak
olumsuzluk içindeki tek olumlu haldir. Bu bir taraftan da kişiye rahatlık
sağlar.
Yazarımız, Muhyiddin İbn-i
Arabi’nin “Allah’ın İsimlerinin Sır
Manalarının Keşfi” kitabından alıntılar yaparak eseri zenginleştirmiştir. ”Varlık bir harftir, sen onun manasısın” , ”Söz
kabuk, mana özdür. Söz sedef ise mana incidir. Öz olmayınca kabuğu neylersin?
İncisi olmayan sedef, ruhsuz beden neye yarar” gibi.
Kitabın yeni okurlarla buluşmasını
engellememek adına nasıl bittiğiyle ilgili, kahramanlarıyla ilgili ipuçları
vermemeye çalıştım. Anlayacağınız eserin büyüsünü bozmayı aklımın ucundan dahi
geçirmedim. Esere bol şans dileyerek yazımı sonlandırıyorum.
Sağlıcakla kalınız.
Seçtiğim bir Esmaü’l Hüsna şiirini
burada sizlerle paylaşayım:
El-Vedud
sevilmeye en layık olan
itaatkar kullarını çok seven
velilerin kalplerine ilahi aşk
mutlak sevgi tohumları
saçan ziyadesiyle
ya Vedud
sevilme isteği
sevme duygusu
sevilenlere iştiyak
hep yüce ihsanınla
ya Vedud
dostluğa hakkıyla dildar
şefkate ziyadesiyle müstehak
muhabbet ışığını parlatan
ya Vedud
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder