28 Aralık 2013 Cumartesi

Fazıl Hüsnü Dağlarca'nın İlk Şiiri: "Yavaşlayan Ömür" ve Son Şiiri: "İkinci Anne"



     1914 yılında dünyaya gelen, değerli şair Fazıl Hüsnü Dağlarca'nın, 1933 yılında, 19 yaşındayken yayımladığı ilk şiiri:


YAVAŞLAYAN ÖMÜR

Hasretim içerimde bana bir kefen taşır,
Sarar bir bahar gibi seni ipek kumaşlar.
Benim adımlarıma topraklar yalçınlaşır;
Erir bir mavilikte senin yolunda taşlar.

Ne ruhun beni görür, ne sevgim döner geri,
Beyaz gölgeler saklar gözlerimden her yeri.
Diner akşam olunca günün bütün sesleri;
Ve benim içerimde eski bir şarkı başlar.

Fazıl Hüsnü DAĞLARCA
İstanbul Dergisi / 1933

     Ardından, aralıksız 75 yıl boyunca süren 114 kitaba ulaşan devasa bir şiir serüveni...
     Ve 18 Ağustos 2008 tarihinde, 94 yaşındaki Dağlarca'nın, İstanbul Acıbadem Hastanesi'nde yazdığı son şiiri:

İKİNCİ ANNE

Hepsi yalan
Çocuk kendinin annesidir
Su dersin su içer
Şeker dersin şeker verir
Elma dersin elma verir
Kapı çalınıyor dersin baba gelir
Kimse anlamaz senin büyüdüğünü

Fazıl Hüsnü DAĞLARCA
Beyaz Dergisi / Şubat 2009

   Evet... Burada okuduğunuz Dağlarca şiirleri, şairin en mükemmel şiirleri olarak değerlendirilemez elbette... Ama bir asra yaklaşan görkemli şiirsel başarılarla süslü ömrün bir nevi özeti olarak okunabilir...

                              Polat Onat




15 Aralık 2013 Pazar

Dublin ve Batman Ulysses (Hüseyin Avni Cinozoğlu)

Zalifre Yazıları Dergisi

Hüseyin Avni Cinozoğlu

DUBLIN VE BATMAN ULYSSES *
-intihar etmiş bir taşra berberinin 
şiir kitabı ve önsözü-

   Değerli Hüseyin Nevzat Erkmen (İzmir'de yaşıyor) iyi ki Ulysses’i imzalayıp gönderdi. Ulysses’i yirmi yıl önce okusaydım anlayamazdım. Umberto Eco’nun “Foucault Sarkacı” aynı parıltıya sahip değildi. Eco “ Gül’ün Adı” romanından sonra yetenek yitimine uğradı. Doğan Kitap’tan çıkan “Prag Mezarlığı” ile harakiri yaptı. Dikkatli olmak lazım. Sema Kaygusuz’un bu minvalde “ Yere Düşen Dualar” Ulysses’i çok basitçe taklit ediyordu. Bu konuda da yazmıştım. Orhan Pamuk “Beyaz Kale’de taklit etti. Vasati seviyede kaldı. Diğer romanları da vasatidir.

   Umberto Eco, Foucault Sarkacı’nda “ Bir aptal Bile Nobel alabilir” cümlesi dikkatimi çekti. Mesela Soljenistin’in Nobel alan eseri de çok zayıf bir eserdir. 

   'Ulysses' Hüseyin Nevzat Erkmen olmasaydı belki de Türkçeye çevrilemezdi. Nevzat Bey âdeta Ulysses’i, şair çevirmenlere özgü bir yöntemle yani metni Türkçede yeniden yaratıyor. Ve bu sayede Türkçenin dünyanın en büyük dillerinden biri olduğunu görüyor ve gönenip kıvanç duyuyorsunuz. 

   Ulysses’i on beş gün oldu okuyorum ve henüz yarısına geldim. Bazı cümleleri, sözcükleri, sözcük ve cümle konstrüksiyonlarını çözmek kerpetenle çivi sökmek gibi zor. Sanıyorum Ulysses’i Türkçede Nevzat Erkmen’ den sonra en iyi anlayanlardan, metne nüfuz edenlerden biri olduğuma da inanıyorum. Elbette sevgili Enis Batur, Polat Onat ile birlikte. 

   Ben Nevzat Erkmen adını biliyordum. Sonra Nevzat Erkmen bana bir armağan daha verdi. “Cinozoğlu benim de adım Hüseyin.” dedi. HÜSEYİN NEVZAT ERKMEN. Sevgili abim Hüseyin Peker, Hüseyinler arasına Hüseyin Nevzat Erkmen’in künyesini de yazabilir. Hüseyin Cöntürk’ü hatırlatan Hüseyin Peker. 

   Fuat Çiftçi ile de konuştuk Polat Onat’ın, ÂDEM YOKSUN anti kahramanının, periferide, merkez iktidarca yok sayılan yazar ve şairleri ima ettiğini. 

   Polat Onat sadece Ulysses’i değil Oğuz Atay’ı da şerefli bir üslupla tevarüs etmekte. Kara mizahla stilizasyon üslubu “Ulysses” “Tutunamayanlar” ve “intihar etmiş bir taşra berberinin şiir kitabı ve önsözü” nde geçerli bir üslup... 

ÂDEM YOKSUN VE PERİFERİ

   Foucaltçı kuram zaten post modern dönemde merkezin iktidar ve kudretini kaybettiğini, iktidarın bir ağ gibi yayılarak, periferinin merkez karşısındaki dezavantajının son bulduğuna, işaret eder. 

   Zalifre Yazıları’nda Polat Onat’ın bu şaheseri hakkında yazdığım yazıda, USTURA imgesinin, acemi bir berberin ustalaştıktan sonra sakal saç keser gibi, fazlalıkları, uyumsuzlukları usturanın keskin yüzüyle, KILI KIRK YARARCASINA ÖZENLE traş ettiğini düşünmüştüm. Bu düşüncem doğruydu. Ustura ayrıca şiir işçiliğini de anımsatıyordu. Fakat Polat Onat’ın, “berber” ve “ustura”yı bir rastlantı ya da bir ilhamla keşfettiğini, düşünmüyordum. 

   Ve Ulyssese’in 12. Bölümünde 348.sayfa ve devamında berber ve usturayı tanıdım. Bu berber, aynı zamanda cellât ve katil imgesiyle betimlenmektedir. Peki, bu Barbar Berber kimdir? 

   Daha doğrusu Ulysses’teki 
USTA BERBER H. RUMBOLD KİMDİR? 

   Okurların biraz zekâ egzersizi yapmalarını istiyorum. Biraz daha ipucu vermek için ULYSSES'den alıntılıyorum:

“(...) 
Dublin Baş Şerifine
Dublin

Muhterem efendimiz size hizmetlerimi sunarken yukarda bahsettiğim müessif hadisede 12 Şubat 1890 tarihinde Bootle hapishanesinde Joe Gang’ı asmıştım... 
— Göster bakayım Joe, dediydim ben.
- ... Meşhur katil er Arthur Chacei’de Pentonville hapishanesinde jessie Tilsit’i öldürdüğünden dolayı asmıştım, Billington
—Vay anam dediydim ben
- ... meşhur katil Toad Smith’i idam ederken ona yardımcılık etmiştim.
Abem. Mektubu elimden çekip alıverdiydi.
— sıkı durun, dediydi Joe, ilmeği adamın boynuna bir kerede geçirivermek gibi özel bir kabiliyetim vardır ki artık onu hiç çıkaramaz. İnşallah takdirlerinize mazhar olurum pek muhterem efendim, hürmetlerimle, mağış talebim beş ginedir.

H.Rumbold
Usta Berber
(...)" 

   Bir sonraki yazımda bu sorunun yanıtını vereceğim. Bazı tembel zihinli arkadaşlar temrin yapmaları için...

   Polat Onat’ın dehâsına bir kez daha hayran oluyorum. Türkçe’nin sahih Arthur Rimbaud’u ...

   USTURA sözcüğüyle Polat Onat bir harfler konstrüksiyonu ile metni zenginleştiriyor:

USTURA
US
USTA
UST ( meta fiction) 
ART USU

ARTHUR

   İskender Pala gibi, ikinci sınıf kötü ve adi yazarların ULYSSES'de proto tipleri ya da benzerleri var. İskender Pala, Türk Ordusu’ndan ihraç edilince yeşil sermaye ona merhamet ederek dünyalık edinmesini sağladı. Her yıl alelacele basmakalıp romanlar yazıyor. Ülkemiz eblehler ülkesi. Bu ülkede “aptallık sayısı bir hayli yüksek”

   Sabahleyin HaberTürk kanalında bir astrolog kadın vardı. Saçmalayıp durdu. Sanki gezegenlerin, yıldızların ruhu, canı var da insanları seçip etkiliyor. Kadın cehaletin verdiği cesaretle bir bilim adamı gibi afra tafra içinde. 

   Kurtlar Vadisi adlı dizinin senaryosunu acaba “Bir akıl hastası mı?” yazıyor diye de düşünmeden edemiyorum. Pekâlâ, Paranoyak Psikoza duçar bir akıl hastası ancak Kurtlar Vadisi gibi iptidai bir dizinin senaryosunu kaleme alabilir. Necati Şaşmaz’ın IQ'sü son derece düşük. “Kurtlar Vadisi”nin senaryosunu yazan da kardeşiymiş. Türkiye’de akıl hastaları bile film çekebiliyor. Dört tane ardarda “Cinli” film çeken Hasan Karacadağ’ın filmleri düşük IQ'süyle dikkat çekiyor. Türkiye, bu anormal ülkede küçük çaplı adamlar epey dünyalık edinmekteler. 

   İskender Pala, ordudan ihraç edildi, Mustafa Kemal Atatürk’le en ufak bir bağlantısı olmadığı halde ( Zihinlerinde ve içlerinde Mustafa Kemal düşmanlığı bu taifenin alâmeti farikasıdır.) Atatürk Tarih Dil Yüksek Kurumu’na atandı. Bu durum bile Mustafa Kemal’den intikam almak isteyen bir zihniyetin, alelacele başvurduğu bir intikam biçimidir. Böylesi bir seçim Mustafa Kemal’in hatırasına hıyanet ve hürmet etmemektir. Dün de Cumhurbaşkanlığı Kültür Sanat Ödülü’ne değer görüldü. 

   Ahmet Kaya ile bu pespaye yazar taslağını aynı kadrajda görmeye tahammül edebilir misiniz? Yunus Emre’yi bile tahrif etti. Yunus Emre kimdir bilmiyor. Sünniliğin Sünnileştirdiği bir Yunus Emre ve geleneği vardır. Fakat asıl metne ve gerçek metne sahip Yunus (İONNES) Rumdur. Yani Hıristiyan azınlığa mensuptur. 

   Peki, Cumhurbaşkanlığı ödülü İskender Pala’yı Kanon dışı olmasını değiştirebilir mi? Ünler, şöhretler geçicidir. Aristo’nun dediği gibi “ün ile değer aynı şey değildir”.

   Dünyalar Güzeli Rahmetli, Kardeşim Didem Madak’ın bir cümlesini anımsıyorum. “ kötü şiir ( eser) iyi şiir ( eseri) piyasadan kovar.” mealindeki iktisatta geçerli Greshan yasasını, edebiyata şöyle tavzih ediyordu. “ Kötü şiir iyi şiiri kısa vadede, iyi şiir kötü şiiri uzun vadede piyasadan kovar.” Şiirle birlikte edebiyatı romanı da içeren bir cümle. 

   Oportünizmin sağcısı, solcusu, devrimcisi, İslamcısı olmaz. Bakınız soldaki oportünistlere. Ulysses, İskender Pala ile birlikte Ayşe Kulin, Ahmet Ümit, Canan Tan, Ahmet Altan son yapıtlarıyla Elif Şafak ( Elif son yazdıkları ile bu ucuz pazara dâhil oldu, daha öncesinde iftihar duyduğumuz çok iyi bir yazardı.) benzer yazarlarla dalga geçiyor, yani bir manada onları “çoktan ölmüş eserler mezarlığına” gömüyor. 


   Geçen yıl Ordu’da, Şair Müslim Çelik’e, "Edebiyat sanat ortamında her zaman bir iki iyi adam vardır." demiştim. Müslüm de bana “Bir ikiden daha fazladır.” diye cevap vermişti. 

   Adalet Terazisi doğru tartan Enis Bey, Mustafa Durak Hocamız gibi hatırladım. Edebiyatın sıhhati ve yetkinliği için daha çok sayıda “Muhalefet Şerhi”.

* Ulysses. James Joyce. Türkçesi Nevzat Erkmen. Redaksiyon: Enis Batur. YKY. 13. baskı

* İntihar Etmiş Bir Taşra Berberinin Şiir Kitabı ve Önsözü,
Polat Onat, Komşu Yayınları, 2012

          HÜSEYİN AVNİ CİNOZOĞLU
          10 Ekim 2013 / Safranbolu


12 Aralık 2013 Perşembe

Türk Edebiyat Tarihinin En Güzel Fotoğrafları

Fazıl Hüsnü Dağlarca / Ertan Mısırlı


Orhan Veli, Şinasi Baray, Oktay Rifat, Melih Cevdet Anday


İlhan Berk, Edip Cansever, Salah Birsel


Ziya Osman Saba ve ailesi


Yahya Kemal ve okurları


Nilgün Marmara ve Ece Ayhan


Necip Fazıl Kısakürek ve oğlu


Cahit Sıtkı Tarancı ve eşi


Cahit Zarifoğlu


Ahmet Muhip Dıranas, Oktay Rifat, Necati Cumalı,
Fazıl Hüsnü Dağlarca, Behçet Necatigil

 

Mehmet Akif Ersoy


Hüseyin Alemdar, Hüseyin Ferhad, 
Ece Ayhan, Fazıl Hüsnü Dağlarca


Turgut Uyar


Sedat Umran ve eşi


Cemil Meriç ve kızı


En arka masada: Cemal Süreya ve Rıfat Ilgaz. En başta: İbrahim Sadri, Metin Eloğlu, Can Yücel, Yaşar Kemal, Edip Cansever, Tomris Uyar, Melih Cevdet Anday, Fazıl Hüsnü Dağlarca, Turgut Uyar, Ece Ayhan, Nilgün Marmara, Salâh Birsel, İlhan Berk


1958: Halide Edip, Yakup Kadri, Orhan Kemal, Yaşar Kemal, Behçet Necatigil, Azra Erhat, Haldun Taner




8 Aralık 2013 Pazar

İstanbul Galata Mevlevihanesi Müzesi ve Beyoğlu'nun Kedileri

İstanbul Beyoğlu Galata Mevlevihanesi Müzesi, ilgiyi hakeden güzel bir kültür mirasını barındırıyor. Yolu düşenlerin gezmesini tavsiye ederim. Ramazan bayramının 1.günü İstanbuldaydım, bu vesileyle gezme imkanım oldu. Çektiğim bazı fotoğrafları paylaşayım.


Şeyh Galib Türbesi


Mevlevi Mutfağı


Mevlevi Kıyafetleri


Hamuşan Mezarlığı


Mevlevi Semazenlerinin Tören Alanı


İbrahim Müteferrika'nın Mezarı


Beyoğlu'nun kedileri


Mevlevihane'nin bahçesindeki acıkmış kediler





2 Aralık 2013 Pazartesi

"Şiir Madalyonunun Gizemi"nin Ayrıntılı Tahlili (Şevket Önder)


ŞİİR MADALYONUNUN GİZEMİ (Polat Onat)
***

ÇOCUK KİTABI İNCELEME PLANI

TÜRKÇE ÖĞRETMENLİĞİ BÖLÜMÜ 2013-2014

ANLAMA TEKNİKLERİ OKUMA EĞİTİMİ DERSİ

   1. ESERİN ADI: "Şiir Madalyonun Gizemi"

   Eser tek bir metinden oluşuyor. Eserin bazı bölümlerinden çocukların doldurulması için boşluklar bırakılmış. Burası gerçekten ilgimi oldukça celp etti. Böyle bir uygulamaya kitaplarda nadir olarak rastlıyoruz. Çocukların yaratıcı düşüncelerini hareket geçiren bir kitap olmuş.

   Kahramanımız Dias, bir tesadüf üzerine Talop Tano isimli bir şairin şiirini buluyor. Okuyor ve çok hoşuna gidiyor. İlk etapta o metinin türüne dair bir bilgisi yok çünkü ilk defa o tür bir metinle karşılaşıyor. Metni hemencecik öğretmenine götürüyor. Öğretmeni de o ülkede şiir yazılmadığı için Dias’ın kafasının karışmasını engellemek adına şiiri onun elinden alıyor.

   Dias, okuldan eve dönüyor ve gezintiye çıkıyor. Uğradığı parkta bir madalyona rast geliyor.  Ne işe yaradığını bilmediği madalyonun işlevini konuşan bir fareden öğreniyor. Bir kartal onu pençelerinin arasına alıp "Kayıp Şiirler Ormanı"na götürüyor ve böylece Dias’ın maceraları hız kazanıyor.

   Mavi Maymun sayesinde Korkanus’un adamı olan Kuyruksuz Tilki’den kurtulup yoluna devam ediyor. Yolda karşılaştığı bir yılan onu tatlı sözlerle kandırıp madalyonu kaçırırken kartal gelip yılanın elinden tekrar madalyonu alıyor. Bir anda kendini başka bir boyutta bulup çölden kurtulmak adına ilk şiirini yazıyor. Sonra mahsur kaldığı yerden kurtulmak için ikinci şiirini yazıp anahtar olarak kurtuluyor. Yolculuğu esnasında buna benzer birçok olay yaşıyor…
En sonunda özgürlüğüne kavuşması için efsanvi madalyonu Talop Tano’ya veriyor. Adam eline aldığı madalyonu ateşe atıp yok ediyor ve şiiri istediği için yazdığını, yazarken daha özgür olduğunu dile getiriyor.

   2.YAZAR HAKKINDA BİLGİ: Polat ONAT (1979 - )

   1979 yılında İstanbul’da doğdu. Bursa, Gümüşhane ve Isparta şehirlerinde ilkokul ve ortaokulu bitirdi. İstanbul Selimiye Veteriner Sağlık Meslek Lisesinde yatılı olarak okudu. Samsun 19 Mayıs Üniversitesi Sınıf Öğretmenliği Bölümünden mezun oldu. Elazığ’da ve Bursa’da veteriner sağlık teknisyeni olarak görev yaptı. Halen Batman’da sınıf öğretmeni olarak çalışmaktadır. Evlidir. Bir kız ve bir erkek çocuk babasıdır.

   Şiir yazmaya ve yayımlamaya 2000 yılında başladı.
Şiirleri ve şiir üzerine yazıları 2004 yılına kadar: Varlık, E, Heves, Başka, Kavram Karmaşa, Şiir Ülkesi, Sepya, Budala, Kuzey Yıldızı, İmlasız, Ağır Ol Bay Düzyazı, Daktilo, Ay, Akatalpa dergilerinde yer aldı.
   2005 yılından itibaren dergileri sadece okur olarak takip etmeyi tercih ederek, edebiyat dergilerinde şiir ve yazı yayımlamayı bıraktı.

   Yapıtları:

Son / Mühür Kitaplığı / 2009
İhtiyarın Vefatı / Şiirden Yayınları / 2011

   Ödülleri:
2002 Rıfat Ilgaz Şiir Yarışması


   3. Kitabın Basım Yeri ve Yılı:

   Kitap 2013 yılının Eylül ayında, İstanbul’da basılmıştır. Kitabımın ilk baskısı olduğu için bizi yanıltacak başka bir basım tarihi kitapta yer almamaktadır. Okuyucunun aydınlatılması açısından bu konuda bir sıkıntı yoktur.

   4. Kaçıncı Baskı: 1. Baskı

   Kitabımız henüz çiçeği burnunda bir kitap ve bize yakın bir tarihte çıkartılmıştır. Eylül ayında birinci baskısı yapılmıştır. Bilinçli okuyucular için basım tarihi önemlidir. Kitabın kaç baskı yaptığı da açık bir şekilde yazıldığı için okunabilirliği kolaylaştırmıştır.


   5. Kapak Düzeni, Kapak Resmi ve Cilt Kalitesi:

   Kitabın cildi beyaz bir fon kartonundan oluşturulmuş. İdeal bir kitap için uygum bir seçim olduğunu düşünüyorum. Kapağın üzerinde genel olarak yeşil ve tonları kullanılmış.

   Kapağın en üst kısmında ‘’Dias’ın Maceraları’’ yazıyor. Bu bize kitabın devamın geleceği hakkında ve bir serüven kitabı olduğu bilgisini aktarmaktadır. Kitabı hiç okumamış biri dahi eserdeki kahramanın isminin Dias olduğunu buraya bakarak anlayabilir.

   İlgi çekici bir metotla kitabın ismi (Şiir Madalyonunun Gizemi) kitabın ön kapağına yazılmış. "Şiir Madalyonu" yazan kısım kırmızı harflerle yazılırken "Gizemi" yazan kısım koyu yeşil bir renkle yazılmış. Bana göre renklerin uyumsuz olması kitap kapağındaki tek olumsuz nokta olmuş.

   Daha sonra kitabın üzerinde kitapta bahsedilen madalyona ait bir resim ve ona uzanan çocuk resmi çizilmiş. Resim gerçektende çok hoş duruyor kapağın üzerinde. Daha iyisi çizilebilir miydi, bana göre hayır. Resmin hemen sol kısmında yazarın ismi, onun altında da kapak resmini çizen kişinin adı görülmekte.

   Son olarak en alt kısma yayın evinin adı ve logosu beyaz yazı etrafına kırmızı çizgi çekilerek oraya oturtulmuş.

   6. Arka Kapak ve Kitabın Sırtı Değerlendirilmiş mi? :

   Kitabın arka kapağına baktığımızda yine o madalyon resmini görmekteyiz. Kitabın ismi bu sefer arka kapakta tamamıyla kırmızı yazıyla yazılmış. Sorularla başlayan meraklandırıcı yazı yerini kısa bir açıklamaya bırakmış. Kitabın fiyatı, bandrolü, ISNB’si ve kaç yaşa hitap ettiğini gösteren yazılar var. Kitabın sırt kısmında ise ufak yazılarla yazarın adı ve kitabın ismi yer almaktadır.

   7. Kitabın Boyutları:

   Kitabın boyutları bir çocuk kitabına uygun tarzda. Bir çocuğun rahatça elinde taşıyabileceği boyutta bir kitap.

   8. Sayfa Düzeni ve Yazı Puntosu:

   Kitapta ideal düzende punto kullanılmış. Bir çocuğun rahatça okuyabileceği büyüklükte yazılar var. Sayfa kenarlarında düzgün şekilde boşluklar bırakılmış. Boşlukları aşan cümleler kullanılmamış. Kitabın içinde çocukların tamamlaması için boşluklar bırakılmış bu çok hoş bir uygulama olmuş.


   İÇ İNCELEME

1. Kitabın Konusu:

Bir madalyonun yerine ulaştırırken yaşananlar.

2. Kitabın Ana fikri ve Diğer İletiler:

Gerçekler bazen göründüğü gibi değildir.
Diğer iletilere de şunu ekleyebiliriz: hedefinize yürürken sizi yanıltacak tehlikelere karşı dikkatli olmalısınız.

3. Resim Metin Uyumu ve Resimlerin Değerlendirilmesi:

Kitabın dış kapağındaki resim kitabın adına ve içeriğine uygun. Metnin içinde tam olarak 23 tane resim var. Resimlerin tamamı anlatılanlarla örtüşüyor. Resimler anlatımın olduğu sayfaya ya da hemen bir sonraki sayfaya yerleştirilmiş durumdalar. Resimler, estetik değer ve de canlılık taşıyor. Bir çocuğun ilgisini çekebilecek cinsten. Resimlerde kullanılan renkler gayet yerinde.

4. İmla ve Noktalama Yanlışları:

Ülkemizden dört mevsimin yaşandığını(;) bunların( ) ilkbahar yaz son bahar kış olduğunu biliyorsunuz. (Shf. 4, 4.Paragraf, Şiir Madalyonunun Gizemi)
Zeletibya’nın sakin küçük kasabalarından birinde Dias adında(,) 11 yaşında, çok akıllı, kumral saçlı, kahverengi gözlü bir erkek çocuk yaşarmış.(Shf.5, 5.Paragraf, Şiir Madalyonunun Gizemi)

5. Anlatım Bozuklukları:
Kitapta anlatım bozukluğu bulamadım.

6.  Atasözleri ve Deyimlerin Değerlendirilmesi:

Kitapta atasözlerine rastlamadım ama metinlere bolca yer verildiğini gördüm. Bir çocuğun anlayabileceği düzeyde basit deyimler kullanılmış. Öğrenim çağında olan bir çocuk için okunabilirliği artıracak ve öğrenimine katkıda bulunacak düzeyde kullanılmış deyimler.

7. Kelimelerin Değerlendirilmesi:

Bize ait bir hikayenin yabancı isimler kullanılarak yazılmasını biraz yadırgadım açıkçası. Kitap dokuz yaş üzerine hitap etmekte. O yaştaki çocuğu zorlayacak tarzda kelimeler yok. Lakin bu bana göre bir eksiklik. Çocuğun kelime dağarcığının geliştirilmesi için yüzde beş oranında bilinmeyene kelimelerin kullanılması şart.

   8. SONUÇ ve DEĞERLENDİRME:

Değerlendirmeye kitabın isminden başlayacağım. Fantastik bir eser için fantastik bir başlık seçilmiş. Başlık resmen bir cümlede kitabı özetliyor. Sanırım daha iyisi olamazdı.

Kitabın kapağına bakacak olursak yeşil rengin kullanıldığını görüyoruz. Yeşil daha çok gizem ve nuru resmederken kullanılır. Mesele bu boyuttan bakıldığında gerçekten de ustada düşünülmüş demekten insan kendini alamıyor. Tabi bir de işin tesadüfî olan boyutu var ki; ben buna inanmıyorum. Bu kadar özen gösterilen bir kitapta renkler de özenle seçilmiştir diye düşünüyorum.

Kapağın üzerindeki çocuk Dias olabilir ama Mehmet olamaz.  Kahramana uyumlu bir çizim yapılmış. Bu topraklar üzerinde yaşayan bir çocuğa benzemiyor açıkça söylemek gerekirse.
Yabancı isimler neden kullanıldı ona gelirsek: fantastik bir şeyler anlatırken bizden isimleri kullanmak biraz abes duruyor. Ya da bizim öykücülüğümüz de fantastik şeyler uzun yıllar anlatılmamış ve fantastik konular öykümüze girdikten sonra da kullanılan isimlerin yabancı olması daha doğru olarak görülmüş. Ben tam olarak bir açıklama getiremiyorum artık yorum sizlere ait.

Kitabın içinde çocuğun yaratıcılığını geliştirmeye dair boş sayfalar bırakılmış. Yapılandırmacı sisteme uygun bir halde hazırlanmış. Yani yeni eğitim sistemimize tamamen uygun bir kitap. Ayrıca çocuğu yazmaya teşvik ediyor olması gerçekten harika bir yön. Kitabı genel manada ele alırsak çocuğun hem yazar, hem de şair olması için önüne şartlar sunuyor. Şairlikle ilgili anlatılar ve kitabın sonucunun iyi bir yere bağlanıyor olması çocukların önüne sunulmuş bir nimettir aslında.

Kitapta eksiklik olarak gördüğüm bir noktaya değinmek istiyorum. Kitabın ne ön yüzünde ne de arka yüzünde yazara ait hiçbir bilgi sunulmamıştır okuyucuya. Bence bu bir kitap için büyük eksiklik. İnsanlar yazılan kitaplarda yazardan bir şeyler ararlar ki; buna hakları vardır. Çünkü yazılan çoğu şeyde yazarın hayatından kesitler olduğunu biliyoruz. Bu yüzden insanlar kitabın yazarını merak ederler. Bazı yazarların internetin hiçbir köşesinde hayatına dair alıntılar olmuyor. Bu da okuyucu gözünden eksikliktir.


   İncelemeyi Hazırlayan : 
   ŞEVKET ÖNDER / 11 Kasım 2013
   edep-biat.blogspot.com

16 Kasım 2013 Cumartesi

Batman Sanat Tiyatrosu'ndan Nitelikli Bir Çalışma: Ada



BATMAN SANAT TİYATROSU'NDAN 
NİTELİKLİ BİR ÇALIŞMA: ADA

     Hapishane hikayelerini ve filmlerini çok severim. Neden mi severim? Bana özgürlüğün tadını anımsattığı, hürriyetin güzelliğini duyumsattığı için severim. Bir nimetin güzelliğini kavrayabilmemiz, onun yokluğunun şiddetini kavrayabilmekle oluyor, kanısındayım. 7.sezonunu yaşayan Batman Sanat Tiyatrosu (BST) seyirciyle buluşturduğu  "Ada" adlı oyunuyla bahsettiğim hususta bir tefekküre dalabilme olanağı sunan bir çalışma kotarmış.

     Malumunuz, kasım ayındayız. Havalar soğuk, mesai yoğunluğunu yaşayanlar, kolay beri sıcak evlerinden çıkmak istemiyor. Ben de başta biraz tereddüt etsem bile, hanemizin "İç İşleri Bakanı"nı da razı ederek, çocukları komşuya bıraktıktan sonra, tiyatroya doğru beraberce yollandık. İyi ki çocukları evde bırakmışız. Çünkü oyun esnasında, yanında çocuklarını da getiren bir ailenin meydana getirdiği kargaşa ve gürültüye şahit olunca isabetli bir kararda bulunduğumuza kanaat getirdim.

     Aklımdayken öncelikle şu eleştiriyi getireyim: Mail adresime gelen, tiyatro oyununun tanıtım metninde büyük bir sıkıntı var. Nedeni de, bu tanıtım metni bütün oyunu baştan sona tüm yönleriyle özetlemiş. Neredeyse oyunu izlemeye gerek bırakmayacak tarzda hikayenin tüm boyutlarını ayrıntısıyla aktarmış. Bence bu yanlış bir promosyon yöntemi. Tanıtım metinleri kısa ve öz olup, merak ögesini canlandıran bir yapıda olmalı, diye düşünüyorum.  

     John (Yunus Emre Sönmez) ve Winston (Ahmet Seven) bir "Ada"da hapishanede aynı hücrede kalan iki mahkumdur. Hapisliği paylaşan bu iki mahkumun dokunaklı hikayesi kendini ilgiyle izletiyor. Oyunun ilk başlarında oyuncuların konuşmalarını anlamakta biraz zorlandım. Bazı bölümlerde fazla ön plana çıkan müzikler oyuncuların seslerini boğuyor ve konuşulanları anlamamızı güçleştiriyor.

     Başlarda John'u canlandıran Yunus Emre Sönmez'in oyunculuk performansı rolünün de etkisiyle daha ön plana çıkıyor. Özellikle "Hayali Telefon Konuşması" monoloğu bölümünde, Sönmez etkileyici bir performans sunuyor. Ama ilerleyen kısımlarda Winston rolündeki Ahmet Seven sazı eline alıyor ve hoş bir oyunculuk şovu ortaya koyuyor.   

     Oyunda, tiyatronun olmazsa olmazlarından küçük bir sahne kazası da yaşandı. Winston'un John'u tekerlikli bir demir su kazanının içinde hücrenin çevresinde dolaştırdığı sırada, John rolündeki oyuncu yanlışlıkla yere düştü. Bazı münasebetsiz seyirciler de bu duruma kahkahalarla güldüler. Düşen oyuncu gözle görülür şekilde panikledi ve utandı. Ama Winston rolündeki tecrübeli Ahmet Seven, hiç bozuntuya vermeden doğallıkla rolüne devam etti. Ve bu sayede, oyun kısa sürede normal seyrine döndü.

     Sonlara doğru senaryo metninin de güçlü etkisiyle heyecan dozu yükseliyor ve ritm artıyor. Winston'un dönüşüm ve değişimi etkili şekilde duyumsatılıyor. Ama bence final sahnesi biraz daha çarpıcı ve vurucu şekilde, daha dramatik duyumsatılabilirdi. 

     Ancak genel olarak söylersem, salondan memnun ayrıldığımı ifade edebilirim. Bu vesileyle bu güzel çalışmada emeği geçen herkese teşekkür ediyorum. Ve tüm Batmanlı tiyatroseverlere "Ada"yı izlemelerini tavsiye ederek yazımı bitireyim.

          POLAT ONAT / 16 Kasım 2013    

11 Kasım 2013 Pazartesi

"Şiir Madalyonunun Gizemi" Masalındaki Talop Tano'dan Bir Şiir

"Şiir Madalyonunun Gizemi" masalındaki 
şair karakter Talop Tano'nun 
yazdığı şiirlerden biri:

BIRAKIŞ

         ilk gördüğüm gün güneşin sahilde doğuşunu
         bırakmaya karar verdim artık şiir yazmayı.
         karıncalar uç uç böceğini yuvalarına taşıdığında
         gökkuşağını yıkadım küçülen ellerimle.
         bulutları süpürmelisiniz haylaz rüzgarlar
         kocaman gözlerime ışıklarla yağsaydı renkler
         fakir bir çocuğun yüreğiyle gezerken yapayalnız.

                   TALOP TANO
Şiir Madalyonunun Gizemi, Sayfa: 37


7 Kasım 2013 Perşembe

Dias'ın Şiirli Serüveni / Şiir Madalyonunun Gizemi






DİAS'IN ŞİİRLİ SERÜVENİ

     Kitabın adı "Şiir Madalyonu’nun Gizemi". 
     Yazarı bir şair: Polat Onat.  

     Kitapta anlatılan bir masal ama bu masal şiirlerle ilerliyor. Yazar, kitapta çocukları şiirle buluşturmak istiyor. Bunu da kitabın sonunda itiraf ediyor:

      “Sadece şair olmaya kalkışmayın. Doktor olun, pilot olun, avukat olun, öğretmen olun. Ama bir tarafınız hep şair olarak kalsın. Hayatı bir şiir gibi yaşayın. Hangi mesleği yaparsanız yapın, şiirle bağınızı koparmayın. Emin olun bu sizi daha mutlu ve huzurlu kılacak.” 

     Masalın kahramanı Dias, bulduğu şiir madalyonunu şair Talop Tano’ya ulaştırarak onu özgürleştirmeye çalışıyor. Kahramanın bu yoldaki maceraları kitabın masal yanını oluşturuyor. Dias yolculuğunda çeşitli hayvanlarla karşılaşıyor: Dört kanatlı kırmızı kartal, sarı saçlı fare, tek kulaklı mavi maymun, uzun burunlu pembe yılan, gözlüklü kutup ayıları, boynuzlu kaplan, şişman akrep…

     Zahmetli yolculuğun sonunda madalyonu ulaştırmayı başarıyor da. Masal, Talop Tano’nun şu sözleriyle bitiyor: “Sevgili dostum! Sanılanın aksine ben mecbur olduğum için değil, sevdiğim için şiir yazıyorum!”

          Murat Tokay / 14 Ekim 2013


Şiir Madalyonunun Gizemi
Polat Onat
Nesil Çocuk, 70 sayfa

2 Kasım 2013 Cumartesi

Misafirhanede Ölen Tarihçi Yazarın Cesedi Üç Gün Sonra...



Neşeli bir hafta sonu sabahında, kahvaltımın ardından, gazetede okuduğum bu küçük haber beni epeyce sarstı...

84 yaşındayken bir misafirhanede ölüp, cesedin üç gün sonra gelen koku nedeniyle bulunması...

2010 yılı TBMM Onur ve Üstün Hizmet Ödülü sahibi, tarihçi yazar Oral Onur'un bu trajik vefatı üzerine düşündüm, düşündüm, düşündüm...  


1 Kasım 2013 Cuma

Tüyap Kitap Fuarındaki Kitaplarım


2-10 Kasım 2013 tarihleri arasında yapılacak 
Tüyap 32. Uluslararası İstanbul Kitap Fuarında 
POLAT ONAT 
kitaplarının bulunacağı yerler:

10. Salon, 304A numaralı standdaki
 Mühür Kitaplığı'ndan 
ilk şiir kitabım "Son" edinilebilir.

4.Salon, 203 numaralı standdaki
Şiirden Yayıncılık'tan
ikinci şiir kitabım "İhtiyarın Vefatı" satın alınabilir. 

4. Salon, 118 numaralı standdaki
Yasakmeyve Komşu Yayınları'ndan 
"İntihar Etmiş Bir Taşra Berberinin 
Şiir Kitabı ve Önsözü" 
adlı deneysel çalışmam bulunabilir.

2. Salon, 206 numaralı standdaki 
Nesil Çocuk Yayınları'ndan 
yeni masalım "Şiir Madalyonunun Gizemi" 
temin edilebilir.


"Yok, ben kitap fuarına gidemem."
"Zaten İstanbul'da değilim." 
derseniz,
o zaman evden çıkmadan sipariş verebilirsiniz: 


18 Ekim 2013 Cuma

Kayıp Şiirler Ormanında Macera / Musa Güner


KAYIP ŞİİRLER ORMANINDA MACERA

   Çocukların yolunun edebiyatla, özellikle de masal ve şiirle kesişmesi için büyükler epey çaba harcıyor, bunun için farklı yöntemler deniyorlar. Polat Onat’ın Şiir Madalyonunun Gizemi isimli kitabı da bu amacı güden ‘deneysel’ bir kitap. Anlatım yöntemi olarak ‘masal’ seçilmiş. Ama yazarın kurduğu masal, şiirsel köşe taşlarının sınırladığı bir yolda ilerliyor. Okur macera yolunda yürürken, bir yandan da şiirler okuyor. Hatta yardımcı kahramanların ağzından o şiirlerle ilgili yorumlar okuyor.

    Mesela kahraman Dias’ın yazdığı (ama aslında kitabın yazarına ait olan) şiiri okuyor, gözyaşlarını tutamıyor ve şu yorumu yapıyor: “Böyle güzel bir şiiri okuyunca dayanamadım, çok duygulandım. Ne kadar etkileyici şeyler yazmışsın. Çölümüzün şimdiye kadar hiç bu kadar güzel anlatıldığına şahit olmamıştım. Sen gerçek bir şairmişsin, tebrik ederim.”

    Dias, bulduğu şiir madalyonunu şair Talop Tano’ya ulaştırarak onu özgürleştirmeye çalışıyor. Kahramanın bu yoldaki maceraları kitabın masal yanını oluşturuyor. Dias çeşitli hayvanlarla karşılaşıyor ki bunlar oldukça farklı. Hepsi tam bir masal hayvanı: Dört kanatlı kırmızı kartal, sarı saçlı fare, tek kulaklı mavi maymun (aynı zamanda edebiyat tarihini iyi bilen kültürlü biri), uzun burunlu pembe yılan, dev gibi boynuzlu kaplan, şişman akrep…

    Şiir Madalyonunun Gizemi, diğer yandan belli bir amacı olan okura bir anafikir vermeye çalışan bir kitap. Mesajı, kavramsallaştırdığı masal öğeleriyle vermeye çalışıyor yazar. Mesela Dias’ın maceralarını yaşadığı yer “Kayıp Şiirler Ormanı”, dev boynuzlu kaplan ile karşılaştığı yer “Huzurlu Masallar Çölü”.

    Yazar’ın bazı kelime oyunlarıyla da ilginçleştirmeye çalıştığı kitap yer yer okuru da anlatıma katmaya çalışıyor. Boş bırakılan sayfalara şiirler yazarak okur, yazarın kurguladığı maceraya katılabiliyor. Polat Onat’ın kitabın sonunda yer alan tavsiyesi, amacını da özetliyor: “Sadece şair olmaya kalkışmayın! Doktor olun, pilot olun, avukat olun, öğretmen olun. Ama bir tarafınız da hep şair olarak kalsın. Hayatı bir şiir gibi yaşayın. Hangi mesleği yaparsanız yapın, şiirle bağınızı koparmayın. Emin olun, bu sizi daha mutlu ve huzurlu kılacak.”

           Musa Güner
           Kitap Zamanı, 7 Ekim 2013
           Sayı: 93, Sayfa: 36

*Şiir Madalyonunun Gizemi, 
Polat Onat, Nesil Çocuk, 70 sayfa, 5 tl


16 Ekim 2013 Çarşamba

Kitap Düşmanlığı veya Murat Yalçın'ın Çöpleri


KİTAP DÜŞMANLIĞI
veya
MURAT YALÇIN'IN ÇÖPLERİ

     Bu sabah balkonda, Batman'ın dağlarına da arada göz atarak, gazetemi okuyup, çay içiyordum. Ama Murat Yalçın'ın söyleşisini okuyunca bütün keyfim kaçtı. Ruhumu öfke ve merhamet arası duygular sardı. Genelde beni ilgilendirmeyen yazılara tepki vermem. Hatta çoğunlukla beni ilgilendiren yazılara da tepki vermem. Ama bu söyleşi açık söyleyeyim epeyce canımı sıktı.

   Murat Yalçın'ı tanımam, bilmem. Onun çöplerinden birini (bir kitaba çöp demek içimi acıtıyorsa da bu yazıda bunu yapmak zorundayım) okumuşluğum yoktur. Editörlüğünü yaptığı Kitap-lık dergisini kimi zaman okusam da düzenli takip etmediğimi söyleyebilirim. Allah'ıma çok şükür, dergiye ürün göndermişliğim de olmadığı için, sayın Yalçın'ın çöp tenekesini de tanımam.

     Bunu neden mi söylüyorum? Evet , çünkü dergi editörlüğünün eleştirel dokunulmazlık kazandıran bir tür zırh oluşturma işlevi de var yazık ki. Şahıs hakkındaki her eleştirel yorum, dergide ürünü yayımlanmamış kırgın bir şairin öfkeli sayıklamaları önyargısı ile değerlendirilme kolaycılığı ile karşılaşabiliyor. 10 yıldır hiçbir dergide yazmayan ve ömür boyu da dergilere yazmamayı prensip edinmiş birisi olarak, benim gönlüm bu hususta epeyce rahat. 

    Ama yazarları bunca hafifseyen, şairlerle alay eden, kitap sevgisiyle dalga gecen, kitapların yerinin çöplük olduğunu iddia eden, herkesi küçümsemeye meyyal böyle bir şahsın söyleşini okumak benim bu güzel sabahımı kabusa çevirdiği için epeyce üzgünüm. Söyleşiden birkaç alıntı yaparsam dediklerim belki daha net anlaşılır:

"Evvelden oturur direkt zarf açardık, mektuplar önümüzdeki masaya yığılırdı. Çöp sepetini de ayağımla önüme doğru yaklaştırırdım, durmadan uzanmayayım diye." (Beyefendimiz rahatına pek düşkün!)

"İleti gövdesindeki mesajla, ekli dosyadaki şiir, öykü, deneme arasında hiçbir fark görmüyorum. Oraya baktığımda dosyayı boşuna açmayayım, vakit kaybetmeyeyim dediğim çok oluyor."  (Kendisine gelen mesajları lütfedip okuduğunu, ama çoğunlukla ekli dosyadaki ürüne bakma zahmetine katlanmadığını anlıyoruz saygıdeğer editörümüzün!)

"Şairler daha hırçın; daha çabuk ve çok küçük şeylerden tutuşurlar, eşikleri daha düşüktür." (Şairlerimiz hakkında son derece bilimsel ve güvenilir, dahası ölçülebilir sosyolojik ve psikolojik tahlillerde bulunmuş değerli editör cenapları!)

"Kâğıt çöpüne çok kitap atıyorum gelen kitaplardan." (Unutma ki, senin yazdığın kitaplarından da çöpe gidenler vardır elbet, sayın megaloman yazarımız!)

"Ben dağdaki ağacı düşünüyorum. Belki bir dal yerinde kalır ve doğaya, dünyamıza bir faydası olur diye düşünüyorum. Çok saf, idealist ve ütopik bir yaklaşımla, gönül rahatlığıyla atıyorum o kitapları kâğıt çöpüne. Evde de iki üç yılda bir tasfiye yaparım. Kapının önüne koyarım." (İşte çevre fedaisi, idealizmin dibine vurmuş yüce bir anlayış! Bence dağdaki ağaçları bu kadar düşünüyorsan, kendin yazarak ürettiğin çöplerin hammaddesini değiştirmeye çalış!)

"Yazar kütüphaneleri, geride kalanlar için sorun oluyor." (Kitabı ve paha biçilmez kütüphaneleri sorun olarak gören bu anlayıştaki bir kişioğlu, en büyük kültür kurumlarının birinin başında söz sahibi ya... Kelimelerin tükendiği yerdeyiz. Toplum olarak iflah olmayız elbet!)

"Vefat eden yazarların aileleri sorarlar ‘kütüphaneyi ne yapsak?’ diye. Herkes için zahmet, angarya oluyor." (Allah ya sana ya da bana akıl fikir versin! Ama ikimize birden değil, sadece birimize Murat Bey!)

"Kitap bağışlamayı hiç doğru bulmuyorum. Çoğu yer bağışladığınız kitaplarla ne yapacaklarını bile bilmiyor." (Doğru bildiğin yolda devam et, ihtiyacı olanlara ulaştırmak yerine çöpe atmak elbette daha makul ve kolay bir çözüm!) 

"Kendimin asla okumayacağı bir kitabı başkasına vermek asla yemeyeceğim bir yemeği, bir başkasına “al, sen açsın, sen ye” demeye benziyor bana göre." (8 yaşındaki ilkokul çocuğuna, 12 yaşındaki ortaokul çocuğuna, 16 yaşındaki lisedeki bir gence, 22 yaşında yazmaya yeni başlamış bir yazar adayına, 35 yaşındaki bir esnaf tanıdığına, hep kendi okuyabildiği kitapları armağan ediyor galiba sayın editör! Her kitabın farklı kesim ve yaş grubuna hitap edeceğinden bihaber halde olmak ne acı!)

"Kalan kitapları da kendi imkânlarınızla okullara bağışlayın ya da kâğıt çöpüne atın.” diyorum." (Okullara bağışlamak ve çöpe atmak arasında bir fark görmüyor sayın Yalçın. Yahu okullar çöplük mü?")

     Kendisine samimiyetle ve mahremiyetle gönderilmiş mektup ve mesajların kimi zaaf ve naifliklerinden faydalanarak, gönül rahatlığı ile bir yapıt kotarmayı etik açıdan sorunlu bulmayan, bunu kendi edebi kariyeri için rant vasıtası edinmek gibi bir kurnazlığı, böylesi kariyerist bir zorbalığı eleştirsek ne olur, eleştirmesek ne! Ölmüş bir vicdan canlanır mı hiç? 

     Beni asıl şaşırtan şey, kendisinin Türk edebiyatının tek ve nihai yetkili mercii olduğu zannına hakiki manada inanan, kendi minik çöp sepetine attığı yapıtların, evrensel edebiyatın mutlak çöp sepetine savrulduğu sanısını ciddi manada taşıyan bir algı bozukluğu ile malul meczubane bir tutuma hiç kimsenin ses çıkarmaması.

     Aslında bu söyleşiyi de, tipik ve kronik bir E.D.E.M.S. (Elitist Dergi Editörü Megalomanisi Sendromu) vakası olarak değerlendirip, şifa bulması olanaksız, modern pskiyatrinin çaresiz kaldığı bir illete maruz kalan bu şahsa merhamet ederek geçiştirmek de mümkün. Kendi beğeni düzeyini mutlak konumda gören, kendi narsizminin aynasını, evrendeki yegane ayna telakki eden bir insana artık ne anlatabiliriz a dostlar?

     Ki tüm bu söylediklerimle bütünüyle haklı olsam bile, kendisinin beğenmediği tüm yapıtları küçümseyerek aşağılama salahiyetine sahip olduğuna samimiyetle inanan bu tarz şahıslara karşı haklılığımı ispatlamamın tamamen olanaksız olduğunun elbette farkındayım.

     Benim asıl tepkim, kitaplara karşı hoyrat bir üslupla ifade edilen çarpık bakış açısınadır. Ve burada tüm yazdıklarım da Murat Yalçın'ın çöpe attığı göz nuru dökülmüş, umut ve emekle üretilmiş kitapları sahaflarda keşfedip satın almayı, o naif yapıtları okuyup saklamayı hayatının önemli misyonlarından biri kabul eden bir okur ve kitap koleksiyoncusunun tepkisi olarak alınırsa isabet edilmiş olur.
   
    Daha diyeceklerim vardı fakat böyle bir bakış açısına sahip kültür snoplarına ne desem ne söylesem boş! Çoğu şair ve yazarımız bu bakış açısının bilincinde olmasına rağmen, böyle çapsız insanların çöp tenekesini beslemeye devam edecek. Asıl üzücü olan da bu. O yüzden susuyorum.

         Polat Onat / 16 Ekim 2013