Meryem, elindeki terlikle, kendini oyunların o uçsuz bucaksız alemine kaptırmış, kim bilir neler hayal ediyor? Mutluluk dedikleri bu olmalı.
21 Eylül 2011 Çarşamba
Meryem'in Terlik Oyunu (VİDEO)
Meryem, elindeki terlikle, kendini oyunların o uçsuz bucaksız alemine kaptırmış, kim bilir neler hayal ediyor? Mutluluk dedikleri bu olmalı.
18 Eylül 2011 Pazar
Dağlarca Öldü, Peki Ya Şiir? (Polat Onat)
DAĞLARCA
ÖLDÜ,
PEKİ YA ŞİİR?
PEKİ YA ŞİİR?
Bundan yaklaşık dokuz yıl önce, Dağlarca’yı evinde ilk kez ziyaret etmiştim.
Görüşmemizin ardından, sıcağı sıcağına not aldığım izlenimlerimi paylaşmak
istiyorum:
İçeri girdiğimde kahverengi, eski
koltuğuna yaslanmış, ayaklarının üzerini bir battaniyeyle örtmüş, televizyonda
MTV kanalında, bir hard rock grubunun klibini seyrediyordu Dağlarca. Beni fark
edince televizyonu kapattırdı.
Biraz muhabbetin ardından,
şiirlerimden birkaç tanesini okumamı istedi. Ama ben daha birkaç dize bile okumadan,
ürünlerimi hiç beğenmediğini ifade etti. “Şiirle hiç alakası yok. Bunları yırt
at, yeniden başla şiire.” dedi. Hatta bir ara gülerek “Ver şu şiir dosyanı da,
sana not olarak koca bir sıfır verdiğimi yazayım üzerine.” dedi yarı şaka yarı
ciddi. Ama şiirlerimi doğru düzgün dinlememişti bile.
Etkilenimlerden uzak kalıp,
böylesine özgün bir şiiri nasıl oluşturduğunu sordum. Dağlarca “Bu benim
içimden gelen bir şey, bunu bilinçli olarak yapmıyorum. Ben daha şiir yazmaya
ve yayımlamaya başlamadan yıllarca önce Türk şiirinin doruğu olacağımı
biliyordum. Şiir kendiliğinden, tarz kendiliğinden ortaya çıkar gerçek şairde. Yazma
çabası yaşamamın yüreğidir. Şiir çalışmadığım, yazmadığım, düzeltmediğim gün
yoktur.” dedi.
Laf arasında, benim taşrada
yaşayan kişilerin ürün yayınlatmasındaki zorluklardan yakınmama karşılık “Sen
iyi bir şiir yazıp denize atsan bile, o şiir er geç yine hak ettiği dergilerde
yerini bulur.” dedi. Bu söz hoşuma gittiği için hemen not defterime yazmak istediğimde,
tatlı tatlı gülerek “Basit bir laftı, not almana gerek yok, deli misin sen!”
dedikten sonra ekledi “Sen kendi başına hareket et, kendi yolunu çiz. Şiirde
her zaman uzun vadeli bir amacın olsun ve başarmak için yoğun çaba göster.
İstanbul’dan ve edebiyat çevrelerinden uzak olman bir olumsuzluk sayılmaz.”
Askerliğiyle, orduyla ilgili
sorular sordum. Askerliğe girişini şöyle anlattı: Babası Dağlarca’yı askeri
okula vermek istiyormuş. O ise askeri okula girmek istemiyormuş. Ve
gitmeyeceğine dair Kuran-ı Kerim’i öperek yemin etmiş. Babası buna karşılık,
diğer odaya gitmiş ve daha büyük boyda bir Kuran getirmiş. “Seni askeri okula
göndereceğim.” diye babası da bu Kuran’ı öperek yemin etmiş. “Tabii ki sonuçta
babam kazandı.” dedi Dağlarca neşeyle. Askerdeyken her koşulda, en zor
şartlarda, mum ışığında, at sırtında bile şiirler yazdığını anlattı. “Şiirin
istediği disiplin askerlikten daha fazladır.” diye de ekledi.
Aç olmadığımı söylediğim halde masaya
benim için de tabak koydurdu. Tuhaf bir yemek getirdi hizmetçi kadın. İlk defa
görüyordum böyle pekmezli bir sebze yemeğini. Teşekkür ederek masadan kalkmak
istedim. Ama Dağlarca çok ısrar ettiğinden dolayı, zorla da olsa bol ekmekle
biraz yemeye çalıştım bu ilginç yemeği. Pek belli etmesem de epey midem
bulandı. Bu tür yemeklere alışık olmadığımı tahmin eden Dağlarca “Gör bak işte,
çok yaşamak için, neler yemek zorunda kalıyorum.” dedi.
Sofradan kalkınca devam eden konuşmamızın
bir bölümünde Dağlarca’nın içli içli “Yalnızlık Allah’a mahsus.” demesini asla unutamam.
Ne kadar başarılı ve sevilen bir şair olsa da kimsesiz oluşu onu çok
hüzünlendiriyor. “Her başarının bir kefareti vardır, sizinki de
yalnızlığınızdır belki.” dedim. Bir cevap vermedi, öyle baktı pencereden
dışarıya dalgın dalgın. Ayrılırken elini öptürmek istemedi ama ben yine de
öptüm. Giderken kapıyı kapatmadan önce son kez “Eyvallah Üstat.” dedim. “Güle
güle, yine gel e mi?” diye yanıtladı.
Dağlarca’nın oturduğu apartmanın
alt katındaki kahvede, yaşlı emekliler kâğıt oynuyorlardı sigara dumanları
arasında. Kim bilir hava kararmaya başlayınca, Dağlarca da şiir oynamaya
başlayacaktı belki masasında yapayalnız. Herkes en iyi bildiği oyunu oynar öyle
değil mi? Ara sokaklardan geçtikten sonra, Bahariye Caddesi’nde dolaşmaya
başladım. Önümde yürüyen uzun boylu bir gencin elinde Dağlarca’nın yazdığı bir
şiir kitabı gözüme ilişti. Bu tesadüfe çok şaşırdım ve “Belki de şiir oyununun
en güzel tarafı budur.” diye mırıldandım kendi kendime.
9 Şubat 2003
POLAT ONAT
Taraf Gazetesi, Kitap Eki, Eylül 2011
Sayı:8 Sayfa:23
15 Eylül 2011 Perşembe
Hayatın Yarısı: Uyku (VİDEO)
Bir insan hayatının yarıya yakını böyle geçiyor. Oğlum Said Fazıl huzurla uyuyor. Basitlikteki inanılmazlık, saf ve irkiltici gerçek...
14 Eylül 2011 Çarşamba
Kör Müzisyen ve Tabutu
(...)
Hançerle kuşu, göğsünde yuva yapanı
Ah, son nakaratını anlayabilir misin?
Şakı: bağışla, biraz daha iyi şakı,
Şarkı söyle ona gittiğimde ben.
EMILY DICKINSON (1830 - 1886)
10 Eylül 2011 Cumartesi
Kıyamet Gününe Kadar Hapis Fotoğrafları
SİİRT / TİLLO
(...)
avut kendini
kederle sertleşmiş
kederle sertleşmiş
bir taş olacağız
keder taşı
ne ümitlerde ne de anılarda
kalabilen bir taş
harabe olmaya mahkum edilen bir taş blok.
DRAGAN DRAGOJLOVİC
6 Eylül 2011 Salı
İki Neşe ve İki Hüzün
1.Neşe
2.Neşe
1.Hüzün
2.Hüzün
Gün gelir yürekte hüzün de söner artık
Ne mutluluğun, ne acıların olduğu bir yerde
Düşler de, anımsayışlar da silinir gitgide
Kalır sadece her şeyi bağışlatan bir uzaklık.
İVAN BUNİN (1870-1953)
5 Eylül 2011 Pazartesi
3 Eylül 2011 Cumartesi
Ana ile Kızı ve Otuz Yıl Sonrası
(...)
Ve sanırım şimdi başlıyor ölüm
Ölüm bir rüya gibi başlar
İçinde birçok eşya ve ablamın kahkahaları olan
Küçüğüz, yürüyoruz
Yaban mersinleri topluyoruz yol boyunca
Ne yapıyorsun beni rahat bırak
Görmüyor musun rüyadayım
Ve bir rüyadayken asla seksen yaşında değildir insan.
ANNE SEXTON (1928-1974)
Kaydol:
Kayıtlar (Atom)