27 Ocak 2013 Pazar
25 Ocak 2013 Cuma
Şair Âdem Yoksun'un Özgeçmişi ve En Beğendiğim Şiiri: Gezinti
ÂDEM YOKSUN (1972 – 2010)
1972 yılında Nevşehir’in
Kozaklı ilçesine bağlı Yunak kasabasında çiftçi bir babanın ve ev hanımı bir
annenin üç çocuğunun ikincisi olarak dünyaya geldi.
İlk ve ortaokulu
aynı yerde tamamladı. Lise öğrenimine yatılı olarak Çankırı Korgun Endüstri
Meslek Lisesi’nde başladıysa da bitirmeyip kasabasına geri döndü.
Askerlik
görevini Ağrı Patnos’taki Üçüncü Mekanize Tugayı’nda yaptı. Uzun dönem
askerliğinin ardından, yaşadığı Yunak kasabasında berber esnafı olarak meslek
hayatına atıldı.
Sonraki yıllarda
yoğun bir okuma ve yazma süreci geçirerek Kozaklı’nın Sesi, Nevşehir Hâkimiyet,
İç Anadolu Haber gibi birçok seçkin yerel gazetede şiirlerini yayımladı.
2010 yılında
belirlenemeyen bir nedenle kendi yaşamına son verdi.
***
GEZİNTİ
kırık çit
taşlar
ilerde tepe
gri bulut birikintileri
birkaç ağaç
çeşme ve yalağı
köhne ağıl
kuyu
uzak tüten bacalar
süzülerek uçuşan kuş gölgeleri
bodur cılız çalılık
ufukta yüce dağ
çürüyen sararmış yapraklar
dünya.
ÂDEM YOKSUN
Beşinci Mevsim Bahardır (Sümeyye Fırat)
BEŞİNCİ MEVSİM BAHARDIR
Bir tohum düşüyor
toprağa, ihtişamlı bir ağacı içinde barındıran bir tohum... Bir güneş doğuyor,
sarp kayaların ardından, göz kamaştırıcı. Bir kan pıhtısı düşüyor ana rahmine, ne olacağı muamma bir kan pıhtısı... Neleri
barındırıyor kainat içinde, ne muhteşem bir sistem, ne akıl almaz bir nizam
böyle ,bir fidan misali yetişmeyi, beslenmeyi temenni ediyor gençlik...
Dört mevsimin baharı oluyor, koca bir ömrün ab-ı hayatı, yok
olan bir asrın vuslatı, özlemi oluyor... Kimi zaman kalbin ücra yerinden yükselen bir sızı oluyor. Ya da ciğerlere
işleyen bir vaveyla...
Ve gençlik... Uzun sandığımız bir o kadar kısa yolculuk... Öyle bir rüzgar ki poyraz misali sert ve hırçın, bazen de samyeli gibi
sıcak ve şefkatli. Patikalı bir yolun tatlı esintisi meltemi... Öyle bir fener ki ışığı hiç sönmeyen, aydınlatabilene engin bir derya... Firdevsi diyor ya: "Gençlik bahar, ihtiyarlık
kışa benzer. Öyle bir kış ki arkasından bahar gelmeyecek!"
Bahara hasret
duymamaktır, her mevsimi bahar
yaşamaktır aslında gençliği dirilten... Öyle yaşamak ki, seneler takvim
yaprakları misali biriktiğinde ’keşke’lerle değil ‘iyi ki’lerle maziyi
anacak. Tebessümler diriltecek yıllar
sonra çizgiler düşen yüzleri... Öyle yaşanacak ki yıllar dolu dolu,
albümler gözleri yaşarttığında, can
verecek, iksiri olacak gelecek nesillerin. Ömrün en güzel sermayesi olacak, bitmeyen, tükenmeyen bir sermaye...
Öyle bir coşacak ki ırmak misali, kendi yurdundan taşan,
başka milletlere akan, zulmün haykıran sesi, hakikate alkış tutan...
Üstat Necip Fazıl
diyor ya, zifirî karanlıkta, ak sütün içindeki ak kılı fark edecek kadar gözü
keskin; ve gerçek kahramanlık mâdeniyle sahtesini ayırt etmekte kuyumcu ustası
bir gençlik... Kökü ezelde ve dalı ebedde bir sistemin, aşkına, vecdine,
diyalektiğine, estetiğine, irfanına, idrâkine sahip bir gençlik... Nasıl da
vecde kaldırıyor bu dizeler uyuyan yürekleri değil mi? Nasıl da şahlandırıyor
yürüyen ölüleri... Bir çağrı geliyor diriltmek için nesli... Nasıl bir gençlik
diyor peki?
Öyle bir gençlik ki, zulme uğrayan kardeşine inen silleyi
suratında hissetmek... Somali'de,
Cezayir'de, Suriye'de takatsiz kalan bedenlerle yekvücut olmak. Bir tas çorba olmak Afrika'da ölüme
ramak kala çocuğa. Arakan'da yağan bir damla yağmur, çatlayan dudaklarına bir
yudum su olmak sabinin. Merhamet
olmak... Adalet olmak 'Ömer' gibi, ‘Ali’ olmak kılıç misali zulme… Bilal gibi yanık bir ezan sesi olmak,
inletmek arşı alayı...
Hani Muhamedün Resulallah deyince, kesiliyordu
ya nefesi, düşüyordu ya dizlerinin üzerine... Titrek bir ses olmak Bilal
gibi... Ve yine bir gün oturmuş bir köşede ağlıyordu Bilal, Allahın peygamberi
sordu: "Ey Bilal, seni böylesine
ağlatan sebep nedir?" "Ey Allah'ın Resulu, öyle üzülüyorum ki, ben öldükten sonra, arkamdan fatiha okuyacak
bir çocuğum yok." Bunun üzerine şefkat peygamberi cevap veriyordu: "Üzülme
Bilal, benim ümmetim her ezan sesini duyduğunda sana bir fatiha
gönderecektir." İşte, bizi görmeden bize kefil olan Resule layık bir ümmet
olmak...
Meryem olmak... İffet kokmak buram buram, küfre kalkan
olurken arsıza dilsiz olmak, Meryem olmak kirlenen, örselenen dünyalara. Sümeyye'ye Yasir olup şehadet
kürsüsüne oturmak...
Biraz da Furkan
olmak Mavi Marmara da! Annem mi, şehadet mi
demişti ya ikisi de ne tatlı yarab! Ve Anne şehadet daha tatlı geliyor
affet, demişti ardından. Furkan gibi şehadet marşı olmak sinelerde...
Kimi zaman
yanmak Mevlana gibi Şems'e, yandıkça hayat bulmak, dirilmek... Aşığına maşuk olmak, püryan olmak
sevdasına... Ve Akif olmak Asım'ın nesline!
Diyordu Akif;
Asımın
Nesli diyordum ya, nesilmiş gerçek
İşte çiğnetmedi namusunu
çiğnetmeyecek
Şüheda
gövdesi bir baksana dağlar ,taşlar.
O rüku
olmasa dünya da eğilmez başlar.
Akif diyorsa bize ne hacet bir tek rüku da eğilsin başlarımız... Eğmeyelim başlarımızı, eğdirmeyelim, dik dursun her daim... Gökyüzünü selamlar,
bulutları kucaklar gibi...
Bizler ki Kanuni'nin, Akif’in, Necip Fazıl’ın büyüttüğü bir nesil, bizler ki Çanakkale'de
destan yazan, kınalı Mehmetlerini vatana kurban olsunlar diye, ellerine kına
yakıp savaşa yollayan anaların nesli... Kar, kış, kıyamet demeden Sarıkamış'ta 125
bin askerin, şehadet uykusunu uyudukları ecdadın nesliyiz… Bizler Asım'ın
nesliyiz!
Kolay değil destan olmak, kolay değil tarih yazıp sinelere dokunmak. Lakin
izlerini sürmek adına bizimde umutlarımız var. Gelecek vadecek yarınlarımız,
hak uğruna evlatlarını şehadete yollayacak
analarımız var. Zulme uğrayan her
millete biz de buradayız, diyecek yüreklerimiz var! Aşık Veysel misali
inleyen sazlarımız, candan çıkacak nidalarımız var.
Dört mevsimde hazan
yoktur bizim için, beşinci mevsimi de bahar yapacak iklimlerimiz var! Yarınlar
bizimse şayet, yarınlara demet demet, her dem taze güllerimiz var... Vakit durma vakti değildir ey
yolcu! Nefesimiz yetene kadar hakka koşacak sinelerimiz var! Umuda çelme
takmasın yarınlar, katran gecelerden sonra doğacak güneşlerimiz var... Kaldırın
bedbaht cümleleri sandıklara, kilitleri okyanuslara gömülü yüreklerimiz var!
Musalla taşına
erteleme günahlarını, gözyaşlarımızın şahitlik edeceği veballerimiz var! Eğreti
kalır tüm temenniler onsuz, yolsuz mu kaldım,rehbersiz mi kaldım diyorsun.
Kalk
ey yolcu yolsuza yol olacak, Muhammed
Mustafa’mız var...
SÜMEYYE FIRAT
SABAHATTİN ZAİM ÜNİVERSİTESİ
PDR 2.SINIF
20 Ocak 2013 Pazar
17 Ocak 2013 Perşembe
Serdar Çelik ile Röportaj (Tam Metin)
BİR EDEBÎ OYUN MU, VEDA MEKTUBU MU?
Serdar Çelik / 13 Ocak 2013
SERDAR ÇELİK: Âdem Yoksun
metnin bir yerinde şöyle bir cümle kurar: “Zor olan şiir yazabilmek değil,
hayatın içindeki şiiri görebilmektir.”
Ardından da Türk Şiiri’nde “kaybeden tripleri takınmış yazarlar” diye
ironiyle yaklaştığı ve daha çok bağlamına İkinci Yeni’yi oturttuğu estetiksel
bir yaklaşımdan bahseder. “Estetiksel biçemlerin kanserojen öğeler eklenmek
suretiyle lineer hale getirilmesi” diye de özetlediği düşüncenin ne olduğunu
biraz açıklayabilir misiniz?
POLAT ONAT: Öncelikle bu ilginç
sorunuzun asli muhatabının ben değil Âdem Yoksun olduğunu ifade ederek “İntihar
Etmiş Bir Taşra Berberinin Şiir Kitabı ve Önsözü” (Komşu Yayınları – 2012) adlı
yapıtın paradoksal ve kaotik yapısına vurgu yapmak istiyorum müsaadeniz olursa.
Açıklamamı istediğiniz hususun giriftliğini göz önüne alarak, bahsi geçen kitapta
kendine yer bulan poetik argümanların belirli bir kısmını düşünsel ve ilkesel
bazda bütünüyle tasvip edemediğimi, dolayısıyla samimiyetle savunamayacağımı
belirtirsem, yanlış anlaşılmaya mahal vermeyecek kertede net bir tavır ortaya
koymuş olacağım kanısındayım.
SERDAR ÇELİK: Kitabınız
için; ‘şunu yazmış’ demek gibi net bir ifade kullanmak, romanın yazılış
biçimine aykırı gibime geliyor. Nitekim
bu düşünce metnin yaslandığı ana izlek açısından Postmodern bir yapıt olduğu
düşüncesini akla getiriyor. Metninizi Postmodern
bir metin olarak düşünüyor musunuz?
POLAT ONAT: Metni Postmodern bir
yapıt olarak tanımlamam durumunda metnin Postmodern yapısına aykırı bir
yaftalamaya girişmekten ciddi manada çekindiğimi samimiyetle belirtmeliyim.
Sanatın tüm dallarında ama özellikle edebiyat alanında tanımlama ve
sınıflandırma gibi sınırlayıcı olması muhtemel ögelerin gittikçe geçersizlik
kazanacağına, silikleşeceğine, kategorizasyonların tümüyle demode olacağına
inandığım devirlere girmeye başladığımızı düşündüğümü söylersem, bu düpedüz
safdillik mi olur, bilemiyorum.
SERDAR ÇELİK: Türk
edebiyatından metninize akrabalık edeceğini düşündüğünüz bir yapıt var mı?
POLAT ONAT: Görece olarak iyi bir
okur olduğum varsayımıyla hareket ederek, edebiyatımız içinde üslup ve kurgu bağlamında
kitabımla benzeşim gösteren bir yapıta şimdiye dek rastlayamadığımı içtenlikle
ifade edebilirim. Ama madem lafı açıldı, neden gizleyeyim: Literatürde “Sokal
Vakası” olarak anılan, bilim çevrelerinde önemli sansasyonlara sebep olmuş
entelektüel skandalın farklı bir versiyonunu, dar çerçevede edebiyat ve şiir
özelinde gerçekleştirebilme çabasının bir ürünü olarak da okunabilir “İntihar Etmiş
Bir Taşra Berberinin Şiir Kitabı ve Önsözü”.
SERDAR ÇELİK: Kitabın
arkaik yapısına bakınca, Dil felsefesi, Yapısalcılık, Antropoloji, Marksizm ve daha
adını sayamadığım bir dizi temel disiplinle bir şekilde hesaplaştığı izlenimini
veriyor. Âdem Yoksun’un yaşadığı çağla
alıp veremediği ne olabilir?
POLAT
ONAT: Ben
burada ne desem, ne söylesem eksik kalacak. Âdem’i tanımak ve tanımlamak için yazdığı
şiir kitabını ve önsözünü dikkatle okumak kesin bir zorunluluk içeriyor. Âdem
Yoksun kendine has, takıntılı, tuhaf ve eksantrik bir kişiliğe sahip. Edebiyat
dünyasındaki klasikleşmiş örneklerden benzetme yapmam gerekirse, karakter
bazında; Kâtip Bartleby, Yabancı, Düşüş, Yeraltından Notlar, Bir Delinin Hatıra
Defteri, Aylak Adam, Cyrano De Bergerac, Amok Koşucusu, Genç Werther'in
Acıları, Martin Eden, Bitik Adam, Tutunamayanlar, Anayurt Oteli, Beyaz Geceler vb.
gibi unutulmaz yapıtlardaki kahramanlarla bazı yönlerden benzeştiğini
söyleyebilmek mümkün. Bana kalırsa Âdem Yoksun kendini fazlaca kasmış, oldukça
gergin birisi. Zihnini gereğinden çok yormuş, hayatı olduğu gibi ele almamış,
olması gerektiği gibi de yaşayamamış, çağın gereksindiği vurdumduymazlığı
bünyesinde bulunduramamış, dolayısıyla kendisi dahil hiç kimseyi gereğince
tanıyamamış, hiç kimse ile biraz olsun yakınlaşamamış, sonuçta da, böylesine
hilkat garibesi bir metni geride bırakıp, kendi isteğiyle çekip gitmiş öteki
dünyaya. Ama hayat biz yaşayanlar için devam ediyor, olan olmuş artık, ölenle
ölünmez ki, artık rahmetli berber - şair Âdem Yoksun için üzülmekten ve dua
etmekten başka yapacak hiçbir şey yok! Kendi açılarından haklı olarak birçok
arkadaşım bana soruyor: “Âdem Yoksun gerçekten yaşadı mı?” diyerek. Bence bu soru
ve cevabı kesinlikle hiçbir önem taşımıyor, taşımamalı. Çünkü nihayetinde, önemli
olan tek şey yazar değil metin, şair değil şiirdir.
SERDAR ÇELİK: Kayboluş, yalnızlık, şizofreni gibi yaşadığımız çağın belki
de kaderi sayılan ve bir tür delilik haliyle metinde kendisine yer bulan
olgular hakkında ne söylemek istersiniz?
POLAT ONAT: Sözünü ettiğiniz
olgular, bahsettiğiniz gibi, yaşadığımız sanallığa doğru hızla evrilen, gerçekliğinin
derinlemesine irdelenmesinin zorunluluk haline geldiği, kaos çağında, bütünüyle
hayatı kapsayan bir yoğunluğa ulaştıysa da, ta ilk çağlardan beri varoluş
sancılarını harmanlayarak, tümüyle evrenselliğe bürünmüş halde varlığını sürdüregelmiştir.
Kayboluş, yalnızlık, şizofreni, aşk, ölüm, sonsuzluk vb. kavramların sanatı,
edebiyatı, şiiri besleyen ana kaynaklar olduğu; ticari değil, hakiki sanatın da
bütün dallarıyla bu ve benzeri kadim kavramları sorgulamayı, didiklemeyi başat
amaç olarak kabul ettiği kanaatindeyim. Nihai sonuca ulaşamayacak, net bir
cevabı bulunamayacak soruları her zaman sevdim.
SERDAR ÇELİK: Daha önce
iki şiir kitabıyla okurun karşısına çıkmıştınız, sizi böylesi melez
sayılabilecek bu metne yönlendiren düşünce neydi?
KÜLTÜR SANAT SAYFASI
16 Ocak 2013 Çarşamba
F.Gül Yanık: "Âdem Yoksun'un Şiirleri Beni Güldürüyor"
Âdem Yoksun’un Şiirleri Beni Güldürüyor
Şiirin ne olduğunu ya da
nasıl olması gerektiğini anlatmak neredeyse imkânsızdır, ne kadar anlatsanız
eksik kalır. Ama bir şeyin ne olduğunu, ne olmadığı üzerinden anlatırsanız
oldukça açıklayıcı olduğu gibi geride neredeyse eksik bir şey bırakmazsınız.
“İntihar Etmiş Bir Taşra Berberinin Şiir
Kitabı ve Önsözü”nün bende ilk uyandırdığı izlenim bu oldu: Bir şiir nasıl
yazılmamalıdır?
“Bir şiir nasıl / ne olmamalıdır?” sorusuna cevap bulunca, otomatikman nasıl olması gerektiği de dökülüyor ortaya. Bu yüzden bence şiir dünyasının Âdem Yoksun’a bir teşekkür borcu var. Onun şiir kitabı ve önsözünü deneysel, farklı ve ironik buldum.
Bir şiiri yazmak kadar yazamamanın da özel yetenek gerektirdiğine inanır oldum bu kitabı okuyunca. O yüzden bazı şiirlere yıldız işareti koydum, dönüp okudukça, absürtlüğü beni güldürüyor.
Âdem’in kendi şiiriyle ilgili ortaya koyduğu
çarpıcı açıklamalar, okuru şok edeceğine inandığı dizeler, poetika ile ilgili
ortaya koyduğu entelektüel yorumlar aslında toplumumuzda ne kadar çok kişinin
edebiyatı bilinçsizce kullandığını, onu amaç değil araç edinirken bile
kendilerini nasıl kaybettiklerini, hatta önceleri başkalarını kandırmaya
çalışırken, kendilerini de bütünüyle kaybedip aynı aldatmacaya dâhil
olduklarını vurguluyor.
Ben bazı şiir dergilerinde yayımlanmış
şiirleri okurken öfkeleniyorum. Bu şiir sadece bana mı saçma geliyor yoksa
gerçekten saçma mı diye kendimden şüpheye düşüp, şiirleri abime okuduğum da
oluyor. Ondan da benzer tepkiyi gördüğümde öfkem yatışıyor. O şiirlerin anısına
yer yer abimle birbirimize böyle abuk sabuk satırlar karalayıp gönderiyoruz. Yazdığımız
"şiirimsi"leri okuyup kahkahalara boğulmamız da cabası. Şimdi
yapacağım ilk iş Âdem Yoksun'un şiirlerini abime okutmak olacak, eminim
kendinden çok şeyler bulacaktır.
Bu arada, son bir kaç haftadır içinde
şiirlerin de yer aldığı öykümsü bir kitap yazmaya başlamıştım ben de. “İntihar
Etmiş Bir Taşra Berberinin Şiir Kitabı ve Önsözü”nü şu dönemde okumak iyi
geldi. Öykü ile şiiri birleştirmek hiç kolay değil, bu yapıt beni cesaretlendirdi.
F.Gül
Yanık
15 Ocak 2013
/ İstanbul
14 Ocak 2013 Pazartesi
İsa Kahraman'dan "İhtiyarın Vefatı" İçin Mektup
Değerli büyüğüm İsa Kahraman Beyefendi'ye, "İhtiyarın Vefatı" kitabım hakkında, bana moral ve güç veren böylesine candan bir mektup yazmaya zahmet ettiği ve bu mektubu burada yayınlamama izin verdiği için çok teşekkür ederim.
12 Ocak 2013 Cumartesi
Cafer Yıldırım: "Her Şair Sonuçta Bir Âdem Yoksun'dur" (Aydınlık Kitap - Sayı: 46)
İNTİHAR ETMİŞ BİR TAŞRA BERBERİNİN
ŞİİR KİTABI VE ÖNSÖZÜ
ŞİİR KİTABI VE ÖNSÖZÜ
İçeriği, ortaya çıkış biçimi, yazılış amacı ve yazarının dillendirdiği hedefleri bakımından okuduğum en ilginç kitap oldu.
Yazının başlığı aslında sözünü ettiğim kitabın adıdır. Bunun yayınevinin bir satış tercihi olduğunu düşünmemi gerektirmeyecek bir emare yer almıyor kitapta.
Kitabın yazarı: Âdem Yoksun. Yüz on beş sayfalık bir önsöz ve kırk beş sayfada yer alan kırk beş şiirden oluşuyor kitap. Türk edebiyatının muhtemelen en uzun ön sözünün ilk sayfasında şöyle diyor Âdem: “Şiir varken bunca söze ne hacet, diyebilirsiniz. Lakin bu eserimi tamamladıktan sonra intihar edeceğimi sizlere daha en başta belirtmek istiyorum. Ki tüm yazdıklarımı mümkün olduğunca özenli okuyasınız.”
Polat Onat’ın bana gönderdiği kitaptaki ithaf yazısında ise dikkat çekici bir ifade var: “Âdem Yoksun diye biri yok diye düşünüyorum… Ama belki de yalan söylüyor olabilirim…”
Polat Onat’ın çetrefil bir bulmacayı andıran bu ithaf yazısına daha sonra döneceğim. Öncelikle kitaptan söz edeyim. Âdem Yoksun, yaşamıyla ilgili verdiği karardan bir daha hiç söz etmiyor. Sürükleyici bir roman kurgusu içinde akıp giden anlatımında kararıyla ilgili dramatik bir imada da bulunmuyor. Bu durum intihar gibi bir kararın okuyucu üzerine bıraktığı ağır yükü tabii ki ilerleyen sayfalarda bütünüyle almasa da hafifletiyor.
Âdem Yoksun’un önsözünde neler yok ki! Onunki ön söz değil, âdeta bir son söz sanki. Belki her ikisi de.
Okuru şaşırtan ve önsözü farklı kılan da içeriğinin barındırdığı zenginlik. Âdem’in önsözünün şiirlerinden daha ilginç ve dikkate değer olduğunu öncelikle belirtmeliyim. Şairimiz öyle bir kurgu yapmış ki bu metin içinde kendisinin edebiyatla ilgili şaşırtıcı ve zihin açıcı düşüncelerinin yanında şiirlerinin yazılış süreci ve anlam değerleriyle ilgili bilgi, uyarı ve ipuçları da yer alıyor. Şiir sanatı ve Türk şiiriyle ilgili tahlil, saptama ve öneriler bulunuyor. Bunlardan bazılarını paylaşmadan geçmek istemem:
“On dokuzuncu yüzyılın son çeyreğinde yaşanan Fransız şiirindeki devinimsel çıkarsamaları bir tuzak olarak değil, hükümsüz zenginlik olarak kültürel dokusundan bağımsız şekilde harmanlayabiliriz.”
“Kalıplaşmış sanat formüllerinin sahte bir sinyalizasyonla ekarte edildiği günümüzde nereye doğru yol alıyoruz ki? İşte böylesi sorular yanıt bulmalı sanat çevrelerinin unuttuğu karanlık dehlizlerin nemli kuytusunda vahşi kahkahaları öfkeyle boğarak.”
“Zor olan şiir yazabilmek değil, hayatın içindeki şiiri görebilmektir.”
“Geri getirilmesi imkânsız zaman süzgeçlerinde, kendini hırpalamış şiirsel imgelerin acımasızca kullanılmak suretiyle katledildiği günümüzde, insan artık sanat-hayat düzleminde önüne çıkan yapay engellerin hesabını sormasını bilmelidir.”
“Üretilen yapıt, bodrum katta küflenen şemsiye kadar olsun ekseni haricinde zıplama yapamıyorsa bırakalım bu işi birader!”
“Hayat anlamını edebiyatın parlak kılıcını savurmakla biçimlendirmez.”
Âdem’e kelimelerin yetmediğini, düşüncelerinin cümlelere sığmadığını söyleyebilirim. Meslek lisesi ikinci sınıftan terk bir berber çırağı olarak edindiği birikim, keskin zekâsı ve şiir idealiyle onun, taşranın insan sıcaklığı taşıdığı söylenen dar ve sığ kazanı içinde nasıl bir ıstırapla kavrulduğunu öngörebiliyorum. Anlayamadığım, oralarda, o şartlar içinde böylesi bir birikimi ve seçkin ideali nasıl edindiğidir.
Âdem Yoksun’un öyle betimlemeleri var ki değme romancılara taş çıkartır. Konunun ruhunu yansıtan bir kelime seçimine dayanan anlatımı eski kelimelerin ağırlığını taşısa da o bu yükü gündelik deyişlerle hafifletiyor. Düşünce yoğunluğu içinde kıvranan dilini mizahi söyleyişlerle soluklandırmayı biliyor.
Yazdığı şiirlerle ilgili verdiği bilgileri, yaşamından bazı kesitleri, bazı kişi ve çevre betimlemelerini şiir kitabının ön sözüne ustaca yerleştirmiş olması onun edebi yeteneğini gösterdiği kadar ön sözünü de seçkin ve muteber kılıyor.
Evet, sanırım böylesi bir ön söz Türk şiir tarihinde ilk kez okur karşısına çıkıyor. Âdem Yoksun şöyle yazıyor bir yerde: “Şiirsellik temayülü bünyende temerküz etmişse adımların cehennem istikametine hafiften yönlenmiştir, ben bunu bilir bunu söylerim kanka! Şahsen, anlattığım olguların yaşanabilir tiksintilerini incelikle hesaplayamadığım için giriştim böyle bir kitap projesine. Bu çabamda başarılı olamayacağımı da elbette adım gibi biliyorum. İşin kusursuz ütopyaları işlevsizleştiren büyük revizyonu burada düğümleniyor işte: Yenilmek.”
Aslında Âdem Yoksun kendi şiirine çok güveniyor ve ön sözünü de bir şaheser olarak görüyor. Fakat bu ifadelerinde ne denli samimidir ne denli ironiktir ya da mizaha yaslanmaktadır, karar veremedim. O ifadelere işte birkaç örnek:
“Edebiyat dünyasının beni ne büyük şevk ve heyecanla beklediğini, ortaya koyacağım başyapıtların hayalinin zihinlerde tortulaştığını, değişmesi gereken tarihsel sürece öncülük etmemin beklentisinin gövdeleştiğini kavradım.”
“Gittikçe arttıktan sonra sisli zirveye ulaşma temayülündeki estetik beğenimin, kimi yadırgamalara maruz kalacağı muhakkak.”
“Şiirimizi tek başıma muasır medeniyetler seviyesine yükseltemem ki!”
Âdem Yoksun gerçek bir kişi midir yoksa kurgusal bir karakter midir, bilemiyorum. Eğer gerçek değilse bir kurgu ürünüyse buna sevinirim. Çünkü onun kurgusal bir karakter olması bu kurguyu yapan şairimizin intihar etmemiş olduğunun, yaşadığının delilidir. Eğer gerçek bir kişiyse ülkemizde bu denli bir donanıma sahip nice Âdem Yoksun’ların bulunduğunu bize düşündürdüğü ve bu düşünceye hayatiyet kazandırdığı için ona teşekkür etmeliyiz.
Burada Polat Onat’ın yazının başlarında aktardığım sözüne dönmek isterim. Polat Onat’ın ithaf yazısındaki “Âdem Yoksun diye biri yok diye düşünüyorum.” sözü, kitabı okuduktan sonra aklıma düşen şüpheyi bir kez daha kışkırttı. Yeniden kitaba döndüm. Kitabın 164. sayfasında Âdem Yoksun’un kısa biyografisi yer alıyor. Ve bu biyografide 2010 yılında bilinmeyen bir nedenle yaşamına son verdiği bilgisi veriliyor. Bütün bunlar ister bir düzenleme isterse gerçeğin anlatımı, Âdem Yoksun’sa ister kurgusal ister somut bir kişi olsun, edebiyat dünyamız onun yazdıklarını tartışma masasına taşımalıdır. Âdem’in değindiği birçok konu günümüz şirinin yakıcı sorunuyla ilgilidir ve daha önemlisi günümüz şairlerinin birçoğu gerçekte birer Âdem Yoksun değil midir? Şöyle de söyleyebilirim: Toplumsal alandaki konumu, işlevi, şiir alanında yaşadığı sorunlar, çektiği sıkıntılar, şiirsel kimliğiyle ilgili umut ve beklentileri, düş ve hayalleriyle ve kendi evreninde sıkışıp kalmışlığın huzursuz ruhu ve yalnızlıkla beslenen ruh yaralarıyla Adem Yoksun’un gerçekliği bir tarafıyla da bugünün şairinin alegorik düzlemde temsilidir. Toplum katında var oluşunu gerçekleştirememiş, kabulünü onaylatamamış her şair sonuçta bir Âdem Yoksun’dur.
“Kalem” bir bakıma adsız ve kürsüsüz şairin şiiridir:
KALEM
geziyordu sahilde saatlerin tekinsizliği
beş dakika nedir ki gelir geçer
ses kuruyor boğazımda
otların içinde açmaz ki şiirler
çekilmesi dolaysız değilse
sakin çalışıyorum renk vermeden
kalemimin ucuna dolan yara tükenmez
gönlüne buz düşer artık yazma
sana söylüyorum evet sana
kitabını dünya gözüyle görmeyen.
Âdem Yoksun (Syf: 154)
İntihar Etmiş Bir Taşra
Berberinin Şiir Kitabı ve Önsözü
Komşu Yayınları, Sıcak Nal Dizisi
/ Kasım 2012 / 168 Sayfa
CAFER YILDIRIM
Aydınlık Gazetesi Kitap Eki, 11 Ocak 2013
Sayı: 46, Sayfa: 16
8 Ocak 2013 Salı
Bir Berberin Manifestosu / Serdar Çelik
Polat Onat’ın İntihar Etmiş Bir Taşra Berberinin Şiir
Kitabı ve Önsözü adlı eseri ilk cümlesiyle farklı olduğunu hissettiriyor.
Kitap hakkında hem ayrıntılı hem de anlaşılır bir okuma yapabilmek için sanırım
ellili yıllarda ilk nüvelerini veren “postmodern durum” hakkında bilgi sahibi
olmak gerekiyor. Malum olduğu üzere o dönemin postmodern yazarları, modernizme
karşı geliştirdikleri düşüncelerini, bir tanım yapmaktan kaçınarak ortaya
koymaya çalışıyorlardı. Belki de o nedenle, David Harvey postmodernlik hakkında yazdığı kitabın adını Postmodernliğin Durumu koymuştur.
Postmodern durum bir düşünce midir? Yoksa bir muamma mı? Bugün hâlâ
tartışılan bir konuysa da, birçok zor metin için (kolayından olsa gerek) bu
tanım uygun görülmektedir. Dolayısıyla postmodernliğin belirsizlik, parçalanma,
kurallığın bozumu, ironi, benin yitimi, melezleşme, katılma, karnavallaşma,
metinsellik, bir durum analizi, eleştirisi ve bir döneme karşı çıkışı şeklinde
biçimlendiğini söylemek yerinde olur sanırım.
Onat’ın kitabını da
bu tartışmanın eksenine oturttuktan sonra okumak, sağlıklı bir okumanın
kapılarını açacaktır. Nitekim kitap, henüz giriş cümlesiyle bu yönlü bir
eksende olduğunu hissettiriyor bize. Polat Onat’ın bu kitabı için, “Şunu
yazmış” demek gibi net bir ifade kullanmak sanırım metnin yaslandığı düşünce
açısından bir paradoksu barındırır. O nedenle, “Neyi anlatıyor?” gibi bir soru
sormak metnin okunmasını daha bir kolaylaştıracaktır. Nitekim yazarın
yazdıklarından ziyade, okurun ne anladığının önemli olduğu bir yapıttan
bahsetmek daha doğru olur kanımca. Tam da bu noktada metnin, “Önsöz”
bölümündeki parçalı iç dökme hali için, ayrı ayrı bir analizi hak ettiğini
söylemek yanlış olmaz herhalde. Her parça için de ayrı bir okuma atlası
çıkarmak ve ikinci bölümdeki şiirleri de bu düşünce üzerinden okumak yerinde
olacağı gibi şiirleri de anlaşılır kılacaktır. Aksi halde okurun, yazılanın ne
olduğu konusunda, bir muamma ile karşılaşacağını söylemek yanlış olmaz. O
nedenle İntihar Etmiş Bir Taşra Berberinin
Şiir Kitabı ve Önsözü’nün bir roman mı, şiir mi, yoksa bir anlatı mı
olduğunu söylemek güç. Zaten yazılan metnin adını koyup ne olduğunu
söylemek, ortaya çıkan metnin amacının da dışına çıkmak olur. Kitap iki bölüm
olarak kurgulanmış; birinci bölüm Önsöz, ikinci bölüm ise Şiirler kısmından
oluşuyor. Romanın birinci bölümünde yazar, sanat, roman, şiir, kültür, hayat
hakkındaki görüşlerini eleştirel bir üslupla kaleme alırken, ikinci bölümde,
birinci bölümde ele alınan konuların adım adım nasıl şiire dönüştüğünden
bahsediyor.
Yazarın metin
boyunca, karakteri Âdem Yoksun
üzerinden bir sanat anlayışı geliştirdiğini, bu durumun da metnin arkaik
yapısını eleştirel bir zemine doğru kaydırdığını görüyoruz. Nitekim yazarın
ortaya koyduğu eleştirel sanat anlayışı, gücünü postmodern durumdan aldıktan
sonra gizliden gizliye bir melez manifestoya dönüşüyor. Yazar, ruhsal sorunları
olan biri üzerinden bunu yapıyor olması metnin gücünü artırdığı gibi
eleştirilebilirliğini de ortadan kaldırıyor. Yazarın karakterine yüklediği
kendilik, yalnızlık, küskünlük, delilik hali bu melez manifestoyu tamamlıyor
gibi.
Bütün bunların
yanında bir de, Âdem Yoksun’un sanat
görüşü dışında insani bir hikâyesi var ki, belki de metnin soğuk ve
tumturaklı anlatısının yanındaki en dikkat çekici durum bu. Birinci bölümün
sonuna doğru, bütün o kargaşanın, iç dökmenin, yalnızlık sözlerinin ardından
bir insanla karşılaşırız. Sanırım o da günümüzün yalnız ve anlaşılmadığını
düşünen insanıdır. Adı konamayan, yaşadığı yüzyılı bir yalnızlıklar toplamından
başka bir şey olarak göremeyen insanı yani. Bu noktada İntihar Etmiş Bir Taşra Berberinin Şiir Kitabı ve Önsözü
için, postmodern durumla bütünleşmiş bir hal aldığını söylemek yerinde
olur. Yazar, Âdem Yoksun’un iç
sesine ait kaotik ve kaybolmuşluk durumunun çoğul bir yalnızlığa - hiçliğe
işaret ettiğini ve ortaya çıkan bu yalnızlığın- hiçliğin de ancak aşkla sağaltılabileceğini
gösteriyor bize.
SERDAR ÇELİK
Kitap
Zamanı, 7 Ocak 2013,
Sayı: 84, Sayfa: 24
6 Ocak 2013 Pazar
İhtiyarlığın Güzelliği: Anneannem
Sevgili anneannem,
ne sabırlı ne iyiliksever insandır o...
Ne zaman başbaşa kalsak eski günlerden açar konuyu,
geçmişte kalmış güzel günlerden...
Tatlı anıları anlatmak kadar hüzün verici bir şey
var mıdır ki şu dünyada?
Geri gelmeyecek hatıraları özler hep anıların saklandığı zihnimizdeki mağara...
Sonra hayat bizi içine çağırır.
Umutla gülümser o gül yüzün...
5 Ocak 2013 Cumartesi
Sedat Sezgin ile "Taşra Berberi" Hakkındaki Söyleşimiz (İnceeleyen Dergisi)
Sedat Sezgin ile "İntihar Etmiş Bir Taşra Berberinin Şiir Kitabı ve Önsözü" hakkında yaptığımız İnceeleyen Dergisi 'nde yayınlanan söyleşimiz:
Sedat Sezgin: Âdem Yoksun kimdir, bize biraz ondan bahseder misiniz?
Polat Onat: İnanın
bu konuda size yeterince sağlıklı bilgi verecek kaynaklardan mahrum olmam
sebebiyle net ifadelerle Âdem Yoksun’u tanıtmam çok zor, dahası riskli olacak.
Çünkü Âdem hakkında yaptığım araştırmalar hep belli bir yerden sonra sanal
bilgi okyanusu olan google’daki güvenilirliği tartışmalı bazı küçük malumat
kırıntılarını toplamaktan öteye gidemedi. Aslında farklı bir açıdan bakacak
olursak da Âdem Yoksun’un kim olduğundan çok ne söylediği, ne yapmaya çalıştığı,
onun trajik intiharının edebiyat ve şiir dünyasına etkisinin ne olduğu gibi
sorunsallar biz okurları daha çok ilgilendirmeli diye düşünüyorum. Ama sanatçı
insanları etiketleyip, zihnimizde sınıflandırdığımız raflara yerleştirmeye
oldukça meyyal yapıda bir bakış açısı toplum nezdinde daha baskın olduğu için,
tüm bu söylediklerim ne kadar kabul görücü mahiyettedir tam emin değilim.
Sedat Sezgin: Bir berberin değil de daha çok bir eleştirmenin, bir şairin yakınmaları,
düşünceleri ve şiir üzerine görüşlerini okuduğumu söylemeliyim bu kitapta. Bunu söylememim en önemli nedeni kitaptaki
ilk bölümün, önsöz bölümünün, dili. Elbette ki bir berber bir filozof olabilir,
buna hiçbir itirazım yok. Ama kitabın ismine bakıp daha çok bir berberin sanat
ya da şiir üzerine fikirlerini ya da düşüncelerini okumak isteyen okur
aradığını bulamayacaktır, hatta okunması bir hayli sabır gerektiren bu kitap
karşısında hayal kırıklığı yaşayacaktır. Bir başka durum da, bu kitabın az önce
söylediğim nedenden ötürü gerçek edebiyat meraklılarının eline geçmemesi
tehlikesi. Bunun üzerine hiç kafa yordunuz mu?
Polat Onat: Öncelikle
şunu ifade etmek istiyorum ki, bu kitabın tüm berber esnafı tarafından
okunmasını çok isterdim. Hatta Türkiye Berberler Federasyonu’nun kültürel
konularda kullanılmak üzere ayrılmış bir fonu bulunsaydı ve bu yapıtın yayıncıdan
topluca temin edilip taşradaki berberlere dağıtımında sponsor desteği ile bir
çalışma içine girilseydi büyük isabet olurdu. “İntihar Etmiş Bir Taşra
Berberinin Şiir Kitabı ve Önsözü” isminin, muhtemel okurları yanlış
yönlendirebileceği konusundaki görüşünüze kısmen katılıyorum. Ancak ortada okur
nevinden bir potansiyeli net olarak görmediğim için bu tespitinize yeterince
destek veremeyeceğim. Edebiyatseverleri mutlu eden, heyecanla okunan, güçlü
kurguya sahip, olay örgüsünü müthiş kotarmış yapıda, piyasada yeterince kitap
mevcut olduğu için, bu kitabın okurlarını bazı yönlerden sizin tabirinizle
hayal kırıklığına uğratmasının istenmeyen bir durum değil, tam tersine, hedeflediği
asıl amaç olduğunu vurgulamalıyım. Okurların arada sırada hayal kırıklığı
duygusunu tatmine yarayan kitapları okumasına da ihtiyaç, hatta zorunluluk
olduğu kanısındayım. Ben şahsen kendi okuma deneyimlerimden şu sonucu
çıkardığımı söylemeden edemeyeceğim. Heyecan ve ilgiyle bir solukta okuduğum
kitapların büyük çoğunluğunu kısa bir süre içinde tamamen unuttum, zihnimden
silinip gittiler. Ama zorlukla ve sıkılarak okuduğum kitapların ise isim ve
içeriklerini büyük oranda hatırlıyorum. Belki de bu vaziyet bana has bir
tuhaflık da olabilir. İhtimal dahilidir, kabul ederim, itirazım olmaz.
Sedat Sezgin: Sonuçta kitap şiir üzerine yazılmış bir deneme gibi duruyor. Âdem Yoksun’un
sorduğu gibi size sormak istiyorum:“Her şeyin resmi var, peki şiirin resmi
olabilir mi?”
Polat Onat: Kitap
“şiir üzerine yazılmış bir deneme” ya da tam zıttı “deneme üzerine yazılmış bir
şiir” olarak da okunmaya müsait kaygan bir zemin üzerine oturtulmaya çalışılmış
intibaını ciddi manada bende de uyandırdı. Bana kalırsa bu kitabın temel sorunu
şu; Âdem Yoksun kendini fazla kasmış, zihnini gereğinden çok yormuş, hayatı
olduğu gibi ele almamış, olması gerektiği gibi de yaşayamamış, sonuçta
böylesine hilkat garibesi bir metni geride bırakıp, çekip gitmiş. Ama hayat biz
yaşayanlar için devam ediyor, olan olmuş artık, ölenle ölünmez ki, herkesin işi
gücü var! “Şiirin resmi olabilir mi?” sorunuz ise, Âdem Yoksun gibi insanlar
için ciddi bir hevesle yanıtlanabilir mahiyette belki ama benim yeterince
malumatım olmayan bir husus olduğundan kesin bir yanıt vermekten kaçınacağım.
Sedat Sezgin: Okur, pençelerini kaldırmış kitabı parçalamaya hazır bekleyen bir aslan mı?
Âdem Yoksun’un cevabı belli, ya sizinki?
Polat Onat: Yoksun örneğinden yola çıkarsak “okur” kavramı üzerine ahkâm kesen bütün
yazarların okunmaya değer görülmemiş eserler ortaya koyduğu genellemesine
gidilmesi epeyce ironik olurdu. Benim bu husustaki cevabım, bağışlayın, biraz
kısa ve basit olacak: “Okurdur okur.”
Sedat Sezgin: Kitap, Âdem Yoksun’un monoluğu gibi duruyor. Bir de bu şahsı biraz sizden
öğrenebilir miyiz?
Polat Onat: Ben
burada ne desem, ne söylesem eksik kalacak. Onu tanımak için kitabını okumak
bir zorunluluk içeriyor. Âdem Yoksun kendine has, takıntılı, tuhaf bir kişiliğe
sahip. Edebiyat dünyasındaki örneklerden benzetme yapmam gerekirse karakter
bazında; Kâtip Bartleby, Yabancı, Düşüş, Yeraltından Notlar, Bir Delinin Hatıra
Defteri, Aylak Adam, Cyrano De Bergerac, Amok Koşucusu, Genç Werther'in
Acıları, Martin Eden, Bitik Adam vb. gibi önemli yapıtlardaki kahramanlarla
bazı yönlerden benzeştiğini söyleyebilmek mümkün.
Sedat Sezgin: Âdem Yoksun intihar etmemiş olsaydı, sizce ilerde Türk şiirindeki yeri neresi
olurdu?
Polat Onat: Âdem
Yoksun intihar etmemiş olsaydı şiir dünyasında elbette ki hiçbir yeri
olmayacaktı. Acı ama gerçek. Yazık ki Âdem’in estetik ve poetik bazda
kapasitesi son derece sınırlı. Ancak kendisi açısından intihar gibi dikkat
çekici ve dramatik bir sonu tercih ettiği için, bunun vesilesiyle, belki
ileride küçük de olsa bir yer edinebilir şiir dünyasında. Tahmin yürütmek güç.
Sedat Sezgin: “Verimli çağımdayken elimden tutun” diyor Âdem Yoksun. Sonra, “Genç Şairler
Akademisi” adında dev bir eğitim kompleksinden bahsetmektedir. Nice şair ve
yazarın kastedilen bu olumsuz nedenden ötürü kaybolduğunu hatta hiç ortaya
çıkmadığı muhakkaktır. Âdem Yoksun’un bu çağrısını hiçbir yetkiliye
ulaştırdınız mı, ulaştırmışsanız aldığız tepki nasıl oldu?
Polat Onat: Âdem
Yoksun’un son bir vasiyeti olarak telakki ettiğim için bahsettiğiniz hususu
kimi önemli yetkililerimizle bizzat paylaşmak isterdim. Ama buna cesaret
edemedim. Yetkililere bu hususu iletseydim büyük ihtimalle “Hadi güzel kardeşim!
Bak burada meşgulüz, bizim değerli vaktimizi böyle boş beleş isteklerle çalma.
Çıkış sağ taraftan!” yanıtını duyacağımı düşünmem, şevkimi kırdığı için böyle
bir girişimde bulunmadım.
Sedat Sezgin: Son sözü rahmetli Âdem Yoksun’a bırakalım istersen:
“Neyse
ki zaman en adil edebiyat eleştirmeni olmuştur.”
Teşekkürler...
İntihar
Etmiş Bir Taşra Berberinin Şiir Kitabı ve Önsözü / POLAT ONAT
Komşu
Yayınları, Sıcak Nal / Kasım 2012 / 168 Sayfa
Kaydol:
Kayıtlar (Atom)