25 Ocak 2013 Cuma

Şair Âdem Yoksun'un Özgeçmişi ve En Beğendiğim Şiiri: Gezinti


ÂDEM YOKSUN (1972 – 2010)

1972 yılında Nevşehir’in Kozaklı ilçesine bağlı Yunak kasabasında çiftçi bir babanın ve ev hanımı bir annenin üç çocuğunun ikincisi olarak dünyaya geldi.

İlk ve ortaokulu aynı yerde tamamladı. Lise öğrenimine yatılı olarak Çankırı Korgun Endüstri Meslek Lisesi’nde başladıysa da bitirmeyip kasabasına geri döndü.

Askerlik görevini Ağrı Patnos’taki Üçüncü Mekanize Tugayı’nda yaptı. Uzun dönem askerliğinin ardından, yaşadığı Yunak kasabasında berber esnafı olarak meslek hayatına atıldı.

Sonraki yıllarda yoğun bir okuma ve yazma süreci geçirerek Kozaklı’nın Sesi, Nevşehir Hâkimiyet, İç Anadolu Haber gibi birçok seçkin yerel gazetede şiirlerini yayımladı.

2010 yılında belirlenemeyen bir nedenle kendi yaşamına son verdi.
*** 



GEZİNTİ

kırık çit

taşlar

ilerde tepe

gri bulut birikintileri

birkaç ağaç

çeşme ve yalağı

köhne ağıl

kuyu

uzak tüten bacalar

süzülerek uçuşan kuş gölgeleri

bodur cılız çalılık

ufukta yüce dağ

çürüyen sararmış yapraklar

dünya.


     ÂDEM YOKSUN


Beşinci Mevsim Bahardır (Sümeyye Fırat)



BEŞİNCİ MEVSİM BAHARDIR

   Bir tohum düşüyor toprağa, ihtişamlı bir ağacı içinde barındıran bir tohum... Bir güneş doğuyor, sarp kayaların ardından, göz kamaştırıcı. Bir kan pıhtısı düşüyor  ana rahmine, ne olacağı muamma bir kan  pıhtısı... Neleri barındırıyor kainat içinde, ne muhteşem bir sistem, ne akıl almaz bir nizam böyle ,bir fidan misali yetişmeyi, beslenmeyi temenni ediyor gençlik...

   Dört mevsimin baharı oluyor, koca bir ömrün ab-ı hayatı, yok olan bir asrın vuslatı, özlemi oluyor... Kimi zaman kalbin ücra yerinden yükselen bir sızı oluyor. Ya da ciğerlere işleyen bir vaveyla...

   Ve gençlik... Uzun sandığımız bir o kadar kısa yolculuk... Öyle bir rüzgar ki poyraz misali sert ve hırçın, bazen de samyeli gibi sıcak ve şefkatli. Patikalı bir yolun tatlı esintisi  meltemi... Öyle bir fener ki ışığı hiç sönmeyen, aydınlatabilene engin bir derya... Firdevsi diyor ya: "Gençlik bahar, ihtiyarlık kışa benzer. Öyle bir kış ki arkasından bahar gelmeyecek!"

   Bahara hasret duymamaktır, her mevsimi  bahar yaşamaktır aslında gençliği dirilten... Öyle yaşamak ki, seneler takvim yaprakları misali biriktiğinde ’keşke’lerle değil  ‘iyi ki’lerle maziyi anacak. Tebessümler  diriltecek yıllar sonra çizgiler düşen yüzleri... Öyle yaşanacak ki yıllar dolu dolu, albümler  gözleri yaşarttığında, can verecek, iksiri olacak gelecek nesillerin. Ömrün en güzel sermayesi  olacak, bitmeyen, tükenmeyen bir sermaye...

   Öyle bir coşacak ki ırmak misali, kendi yurdundan taşan, başka milletlere akan, zulmün haykıran sesi, hakikate alkış tutan...

    Üstat Necip Fazıl diyor ya, zifirî karanlıkta, ak sütün içindeki ak kılı fark edecek kadar gözü keskin; ve gerçek kahramanlık mâdeniyle sahtesini ayırt etmekte kuyumcu ustası bir gençlik... Kökü ezelde ve dalı ebedde bir sistemin, aşkına, vecdine, diyalektiğine, estetiğine, irfanına, idrâkine sahip bir gençlik... Nasıl da vecde kaldırıyor bu dizeler uyuyan yürekleri değil mi? Nasıl da şahlandırıyor yürüyen ölüleri... Bir çağrı geliyor diriltmek için nesli... Nasıl bir gençlik diyor peki?

   Öyle bir gençlik ki, zulme uğrayan kardeşine inen silleyi suratında hissetmek... Somali'de, Cezayir'de, Suriye'de takatsiz kalan bedenlerle yekvücut  olmak. Bir tas çorba olmak Afrika'da ölüme ramak kala çocuğa. Arakan'da yağan bir damla yağmur, çatlayan dudaklarına bir yudum su olmak sabinin. Merhamet  olmak... Adalet olmak 'Ömer' gibi, ‘Ali’ olmak kılıç misali  zulme… Bilal gibi yanık bir ezan sesi olmak, inletmek arşı alayı...

   Hani Muhamedün Resulallah deyince, kesiliyordu ya nefesi, düşüyordu ya dizlerinin üzerine... Titrek bir ses olmak Bilal gibi... Ve yine bir gün oturmuş bir köşede ağlıyordu Bilal, Allahın peygamberi sordu: "Ey  Bilal, seni böylesine ağlatan sebep  nedir?" "Ey Allah'ın Resulu, öyle üzülüyorum ki, ben öldükten sonra, arkamdan fatiha okuyacak bir çocuğum yok." Bunun üzerine şefkat peygamberi cevap veriyordu: "Üzülme Bilal, benim ümmetim her ezan sesini duyduğunda sana bir fatiha gönderecektir." İşte, bizi görmeden bize kefil olan Resule layık bir ümmet olmak...

  Meryem olmak... İffet kokmak buram buram, küfre kalkan olurken arsıza dilsiz olmak, Meryem olmak kirlenen, örselenen dünyalara. Sümeyye'ye Yasir olup şehadet kürsüsüne oturmak...

  Biraz da Furkan olmak Mavi Marmara da! Annem mi, şehadet mi  demişti ya ikisi de ne tatlı yarab! Ve Anne şehadet daha tatlı geliyor affet, demişti ardından. Furkan gibi şehadet marşı olmak sinelerde...

  Kimi zaman yanmak Mevlana gibi Şems'e, yandıkça hayat bulmak, dirilmek... Aşığına maşuk olmak, püryan olmak sevdasına... Ve Akif olmak Asım'ın nesline! 
Diyordu Akif;

                 Asımın Nesli diyordum ya, nesilmiş gerçek
                 İşte çiğnetmedi namusunu çiğnetmeyecek
                 Şüheda gövdesi bir baksana dağlar ,taşlar.
                 O rüku olmasa dünya da eğilmez başlar.

  Akif diyorsa bize ne hacet bir tek rüku da eğilsin başlarımız... Eğmeyelim başlarımızı, eğdirmeyelim, dik dursun her daim... Gökyüzünü selamlar, bulutları kucaklar gibi...

  Bizler ki Kanuni'nin, Akif’in, Necip Fazıl’ın  büyüttüğü bir nesil, bizler ki Çanakkale'de destan yazan, kınalı Mehmetlerini vatana kurban olsunlar diye, ellerine kına yakıp savaşa yollayan anaların nesli... Kar, kış, kıyamet demeden Sarıkamış'ta 125 bin askerin, şehadet uykusunu uyudukları ecdadın nesliyiz… Bizler Asım'ın nesliyiz!

   Kolay değil destan olmak, kolay değil tarih yazıp sinelere dokunmak. Lakin izlerini sürmek adına bizimde umutlarımız var. Gelecek vadecek yarınlarımız, hak uğruna evlatlarını şehadete yollayacak  analarımız var. Zulme uğrayan her  millete biz de buradayız, diyecek yüreklerimiz var! Aşık Veysel misali inleyen sazlarımız, candan çıkacak nidalarımız var.

  Dört mevsimde hazan yoktur bizim için, beşinci mevsimi de bahar yapacak iklimlerimiz var! Yarınlar bizimse şayet, yarınlara demet demet, her dem taze güllerimiz var... Vakit  durma vakti değildir ey yolcu! Nefesimiz yetene kadar hakka koşacak sinelerimiz var! Umuda çelme takmasın yarınlar, katran gecelerden sonra doğacak güneşlerimiz var... Kaldırın bedbaht cümleleri sandıklara, kilitleri okyanuslara gömülü yüreklerimiz var!

  Musalla taşına erteleme günahlarını, gözyaşlarımızın şahitlik edeceği veballerimiz var! Eğreti kalır tüm temenniler onsuz, yolsuz mu kaldım,rehbersiz mi kaldım diyorsun.
Kalk ey yolcu yolsuza  yol olacak, Muhammed Mustafa’mız  var...

SÜMEYYE FIRAT

SABAHATTİN ZAİM ÜNİVERSİTESİ
PDR 2.SINIF

17 Ocak 2013 Perşembe

Serdar Çelik ile Röportaj (Tam Metin)


BİR EDEBÎ OYUN MU, VEDA MEKTUBU MU?

Serdar Çelik / 13 Ocak 2013

SERDAR ÇELİK: Âdem Yoksun metnin bir yerinde şöyle bir cümle kurar: “Zor olan şiir yazabilmek değil, hayatın içindeki şiiri görebilmektir.”  Ardından da Türk Şiiri’nde “kaybeden tripleri takınmış yazarlar” diye ironiyle yaklaştığı ve daha çok bağlamına İkinci Yeni’yi oturttuğu estetiksel bir yaklaşımdan bahseder. “Estetiksel biçemlerin kanserojen öğeler eklenmek suretiyle lineer hale getirilmesi” diye de özetlediği düşüncenin ne olduğunu biraz açıklayabilir misiniz? 

POLAT ONAT: Öncelikle bu ilginç sorunuzun asli muhatabının ben değil Âdem Yoksun olduğunu ifade ederek “İntihar Etmiş Bir Taşra Berberinin Şiir Kitabı ve Önsözü” (Komşu Yayınları – 2012) adlı yapıtın paradoksal ve kaotik yapısına vurgu yapmak istiyorum müsaadeniz olursa. Açıklamamı istediğiniz hususun giriftliğini göz önüne alarak, bahsi geçen kitapta kendine yer bulan poetik argümanların belirli bir kısmını düşünsel ve ilkesel bazda bütünüyle tasvip edemediğimi, dolayısıyla samimiyetle savunamayacağımı belirtirsem, yanlış anlaşılmaya mahal vermeyecek kertede net bir tavır ortaya koymuş olacağım kanısındayım.

SERDAR ÇELİK: Kitabınız için; ‘şunu yazmış’ demek gibi net bir ifade kullanmak, romanın yazılış biçimine aykırı gibime geliyor.  Nitekim bu düşünce metnin yaslandığı ana izlek açısından Postmodern bir yapıt olduğu düşüncesini akla getiriyor.  Metninizi Postmodern bir metin olarak düşünüyor musunuz?

POLAT ONAT: Metni Postmodern bir yapıt olarak tanımlamam durumunda metnin Postmodern yapısına aykırı bir yaftalamaya girişmekten ciddi manada çekindiğimi samimiyetle belirtmeliyim. Sanatın tüm dallarında ama özellikle edebiyat alanında tanımlama ve sınıflandırma gibi sınırlayıcı olması muhtemel ögelerin gittikçe geçersizlik kazanacağına, silikleşeceğine, kategorizasyonların tümüyle demode olacağına inandığım devirlere girmeye başladığımızı düşündüğümü söylersem, bu düpedüz safdillik mi olur, bilemiyorum.

SERDAR ÇELİK: Türk edebiyatından metninize akrabalık edeceğini düşündüğünüz bir yapıt var mı?

POLAT ONAT: Görece olarak iyi bir okur olduğum varsayımıyla hareket ederek, edebiyatımız içinde üslup ve kurgu bağlamında kitabımla benzeşim gösteren bir yapıta şimdiye dek rastlayamadığımı içtenlikle ifade edebilirim. Ama madem lafı açıldı, neden gizleyeyim: Literatürde “Sokal Vakası” olarak anılan, bilim çevrelerinde önemli sansasyonlara sebep olmuş entelektüel skandalın farklı bir versiyonunu, dar çerçevede edebiyat ve şiir özelinde gerçekleştirebilme çabasının bir ürünü olarak da okunabilir “İntihar Etmiş Bir Taşra Berberinin Şiir Kitabı ve Önsözü”.

SERDAR ÇELİK: Kitabın arkaik yapısına bakınca, Dil felsefesi, Yapısalcılık, Antropoloji, Marksizm ve daha adını sayamadığım bir dizi temel disiplinle bir şekilde hesaplaştığı izlenimini veriyor.  Âdem Yoksun’un yaşadığı çağla alıp veremediği ne olabilir?

POLAT ONAT: Ben burada ne desem, ne söylesem eksik kalacak. Âdem’i tanımak ve tanımlamak için yazdığı şiir kitabını ve önsözünü dikkatle okumak kesin bir zorunluluk içeriyor. Âdem Yoksun kendine has, takıntılı, tuhaf ve eksantrik bir kişiliğe sahip. Edebiyat dünyasındaki klasikleşmiş örneklerden benzetme yapmam gerekirse, karakter bazında; Kâtip Bartleby, Yabancı, Düşüş, Yeraltından Notlar, Bir Delinin Hatıra Defteri, Aylak Adam, Cyrano De Bergerac,  Amok Koşucusu, Genç Werther'in Acıları, Martin Eden, Bitik Adam, Tutunamayanlar, Anayurt Oteli, Beyaz Geceler vb. gibi unutulmaz yapıtlardaki kahramanlarla bazı yönlerden benzeştiğini söyleyebilmek mümkün. Bana kalırsa Âdem Yoksun kendini fazlaca kasmış, oldukça gergin birisi. Zihnini gereğinden çok yormuş, hayatı olduğu gibi ele almamış, olması gerektiği gibi de yaşayamamış, çağın gereksindiği vurdumduymazlığı bünyesinde bulunduramamış, dolayısıyla kendisi dahil hiç kimseyi gereğince tanıyamamış, hiç kimse ile biraz olsun yakınlaşamamış, sonuçta da, böylesine hilkat garibesi bir metni geride bırakıp, kendi isteğiyle çekip gitmiş öteki dünyaya. Ama hayat biz yaşayanlar için devam ediyor, olan olmuş artık, ölenle ölünmez ki, artık rahmetli berber - şair Âdem Yoksun için üzülmekten ve dua etmekten başka yapacak hiçbir şey yok! Kendi açılarından haklı olarak birçok arkadaşım bana soruyor: “Âdem Yoksun gerçekten yaşadı mı?” diyerek. Bence bu soru ve cevabı kesinlikle hiçbir önem taşımıyor, taşımamalı. Çünkü nihayetinde, önemli olan tek şey yazar değil metin, şair değil şiirdir.

SERDAR ÇELİK: Kayboluş, yalnızlık, şizofreni gibi yaşadığımız çağın belki de kaderi sayılan ve bir tür delilik haliyle metinde kendisine yer bulan olgular hakkında ne söylemek istersiniz?

POLAT ONAT: Sözünü ettiğiniz olgular, bahsettiğiniz gibi, yaşadığımız sanallığa doğru hızla evrilen, gerçekliğinin derinlemesine irdelenmesinin zorunluluk haline geldiği, kaos çağında, bütünüyle hayatı kapsayan bir yoğunluğa ulaştıysa da, ta ilk çağlardan beri varoluş sancılarını harmanlayarak, tümüyle evrenselliğe bürünmüş halde varlığını sürdüregelmiştir. Kayboluş, yalnızlık, şizofreni, aşk, ölüm, sonsuzluk vb. kavramların sanatı, edebiyatı, şiiri besleyen ana kaynaklar olduğu; ticari değil, hakiki sanatın da bütün dallarıyla bu ve benzeri kadim kavramları sorgulamayı, didiklemeyi başat amaç olarak kabul ettiği kanaatindeyim. Nihai sonuca ulaşamayacak, net bir cevabı bulunamayacak soruları her zaman sevdim.

SERDAR ÇELİK: Daha önce iki şiir kitabıyla okurun karşısına çıkmıştınız, sizi böylesi melez sayılabilecek bu metne yönlendiren düşünce neydi?

         POLAT ONAT: Katılır mısınız bilmem; herkesin yaptığı şeylerin en iyisini yapmaktansa, hiç kimsenin denemediği şeylerin en kötüsünü yapmak daha ilgi çekici ve gerekli gibi geliyor bana. Geçtiğimiz yıllarda yayımlanan “Son” (Mühür Kitaplığı - 2009) ve “İhtiyarın Vefatı” (Şiirden Yayınları - 2011) adlı kitaplarım da, günümüz Türk Şiiri’ndeki genel çerçeveye pek uymayan, etkin çevreler tarafından kısmen yadırganmış çalışmalardı. Dolayısıyla, baktım bana şiirden pek ekmek yok, şiirlerimi roman kisvesi altında sunmaya sıvandım. Ya da poetik denemelerimi öykü kılığında ortaya koyup dolaşıma soktum da diyebilirim. Ama bu ifadelerimin hepsi de eksik kalacak. En kapsayıcı olanı söyleyeyim o zaman; okurlara dramatik bir veda mektubu yazdım. Hepsi bu. Çünkü inanıyorum ki, yazmaktan çok daha önemli bir şey var: Yaşamak. Fakat yaşadığını her an iliklerine dek hissederek yaşamaktır aslolan. Her ne kadar bütünüyle ulaşamayacağımın ayırdında olsam bile, artık bu amacın peşindeyim. Rahmetli Âdem Yoksun yazık ki bu hedefe ulaşamadı, gücü tükendi, menzile varamadan pes etti. Ama inşallah ben onun yerine başaracağım.

 KÜLTÜR SANAT SAYFASI

16 Ocak 2013 Çarşamba

F.Gül Yanık: "Âdem Yoksun'un Şiirleri Beni Güldürüyor"



Âdem Yoksun’un Şiirleri Beni Güldürüyor
  
   Şiirin ne olduğunu ya da nasıl olması gerektiğini anlatmak neredeyse imkânsızdır, ne kadar anlatsanız eksik kalır. Ama bir şeyin ne olduğunu, ne olmadığı üzerinden anlatırsanız oldukça açıklayıcı olduğu gibi geride neredeyse eksik bir şey bırakmazsınız.

   “İntihar Etmiş Bir Taşra Berberinin Şiir Kitabı ve Önsözü”nün bende ilk uyandırdığı izlenim bu oldu: Bir şiir nasıl yazılmamalıdır?

   “Bir şiir nasıl / ne olmamalıdır?” sorusuna cevap bulunca, otomatikman nasıl olması gerektiği de dökülüyor ortaya. Bu yüzden bence şiir dünyasının Âdem Yoksun’a bir teşekkür borcu var. Onun şiir kitabı ve önsözünü deneysel, farklı ve ironik buldum.

   Bir şiiri yazmak kadar yazamamanın da özel yetenek gerektirdiğine inanır oldum bu kitabı okuyunca. O yüzden bazı şiirlere yıldız işareti koydum, dönüp okudukça, absürtlüğü beni güldürüyor.

   Âdem’in kendi şiiriyle ilgili ortaya koyduğu çarpıcı açıklamalar, okuru şok edeceğine inandığı dizeler, poetika ile ilgili ortaya koyduğu entelektüel yorumlar aslında toplumumuzda ne kadar çok kişinin edebiyatı bilinçsizce kullandığını, onu amaç değil araç edinirken bile kendilerini nasıl kaybettiklerini, hatta önceleri başkalarını kandırmaya çalışırken, kendilerini de bütünüyle kaybedip aynı aldatmacaya dâhil olduklarını vurguluyor.

   Ben bazı şiir dergilerinde yayımlanmış şiirleri okurken öfkeleniyorum. Bu şiir sadece bana mı saçma geliyor yoksa gerçekten saçma mı diye kendimden şüpheye düşüp, şiirleri abime okuduğum da oluyor. Ondan da benzer tepkiyi gördüğümde öfkem yatışıyor. O şiirlerin anısına yer yer abimle birbirimize böyle abuk sabuk satırlar karalayıp gönderiyoruz.  Yazdığımız "şiirimsi"leri okuyup kahkahalara boğulmamız da cabası.  Şimdi yapacağım ilk iş Âdem Yoksun'un şiirlerini abime okutmak olacak, eminim kendinden çok şeyler bulacaktır.

   Bu arada, son bir kaç haftadır içinde şiirlerin de yer aldığı öykümsü bir kitap yazmaya başlamıştım ben de. “İntihar Etmiş Bir Taşra Berberinin Şiir Kitabı ve Önsözü”nü şu dönemde okumak iyi geldi. Öykü ile şiiri birleştirmek hiç kolay değil, bu yapıt beni cesaretlendirdi.

   F.Gül Yanık
   15 Ocak 2013 / İstanbul

14 Ocak 2013 Pazartesi

İsa Kahraman'dan "İhtiyarın Vefatı" İçin Mektup



Değerli büyüğüm İsa Kahraman Beyefendi'ye, "İhtiyarın Vefatı" kitabım hakkında, bana moral ve güç veren böylesine candan bir mektup yazmaya zahmet ettiği ve bu mektubu burada yayınlamama izin verdiği için çok teşekkür ederim.

12 Ocak 2013 Cumartesi

Cafer Yıldırım: "Her Şair Sonuçta Bir Âdem Yoksun'dur" (Aydınlık Kitap - Sayı: 46)


İNTİHAR ETMİŞ BİR TAŞRA BERBERİNİN 
ŞİİR KİTABI VE ÖNSÖZÜ

Varlığından sosyal medya aracılığıyla haberdar olmuştum. Sonra, Batman’da yaşayan şair Polat Onat kitabı bana ulaştırdı.

İçeriği, ortaya çıkış biçimi, yazılış amacı ve yazarının dillendirdiği hedefleri bakımından okuduğum en ilginç kitap oldu.

Yazının başlığı aslında sözünü ettiğim kitabın adıdır. Bunun yayınevinin bir satış tercihi olduğunu düşünmemi gerektirmeyecek bir emare yer almıyor kitapta.

Kitabın yazarı: Âdem Yoksun. Yüz on beş sayfalık bir önsöz ve kırk beş sayfada yer alan kırk beş şiirden oluşuyor kitap. Türk edebiyatının muhtemelen en uzun ön sözünün ilk sayfasında şöyle diyor Âdem: “Şiir varken bunca söze ne hacet, diyebilirsiniz. Lakin bu eserimi tamamladıktan sonra intihar edeceğimi sizlere daha en başta belirtmek istiyorum. Ki tüm yazdıklarımı mümkün olduğunca özenli okuyasınız.”

Polat Onat’ın bana gönderdiği kitaptaki ithaf yazısında ise dikkat çekici bir ifade var: “Âdem Yoksun diye biri yok diye düşünüyorum… Ama belki de yalan söylüyor olabilirim…”

Polat Onat’ın çetrefil bir bulmacayı andıran bu ithaf yazısına daha sonra döneceğim. Öncelikle kitaptan söz edeyim. Âdem Yoksun, yaşamıyla ilgili verdiği karardan bir daha hiç söz etmiyor. Sürükleyici bir roman kurgusu içinde akıp giden anlatımında kararıyla ilgili dramatik bir imada da bulunmuyor. Bu durum intihar gibi bir kararın okuyucu üzerine bıraktığı ağır yükü tabii ki ilerleyen sayfalarda bütünüyle almasa da hafifletiyor.

Âdem Yoksun’un önsözünde neler yok ki! Onunki ön söz değil, âdeta bir son söz sanki. Belki her ikisi de.

Okuru şaşırtan ve önsözü farklı kılan da içeriğinin barındırdığı zenginlik. Âdem’in önsözünün şiirlerinden daha ilginç ve dikkate değer olduğunu öncelikle belirtmeliyim. Şairimiz öyle bir kurgu yapmış ki bu metin içinde kendisinin edebiyatla ilgili şaşırtıcı ve zihin açıcı düşüncelerinin yanında şiirlerinin yazılış süreci ve anlam değerleriyle ilgili bilgi, uyarı ve ipuçları da yer alıyor. Şiir sanatı ve Türk şiiriyle ilgili tahlil, saptama ve öneriler bulunuyor. Bunlardan bazılarını paylaşmadan geçmek istemem:

“On dokuzuncu yüzyılın son çeyreğinde yaşanan Fransız şiirindeki devinimsel çıkarsamaları bir tuzak olarak değil, hükümsüz zenginlik olarak kültürel dokusundan bağımsız şekilde harmanlayabiliriz.”

“Kalıplaşmış sanat formüllerinin sahte bir sinyalizasyonla ekarte edildiği günümüzde nereye doğru yol alıyoruz ki? İşte böylesi sorular yanıt bulmalı sanat çevrelerinin unuttuğu karanlık dehlizlerin nemli kuytusunda vahşi kahkahaları öfkeyle boğarak.”

“Zor olan şiir yazabilmek değil, hayatın içindeki şiiri görebilmektir.”

“Geri getirilmesi imkânsız zaman süzgeçlerinde, kendini hırpalamış şiirsel imgelerin acımasızca kullanılmak suretiyle katledildiği günümüzde, insan artık sanat-hayat düzleminde önüne çıkan yapay engellerin hesabını sormasını bilmelidir.”

“Üretilen yapıt, bodrum katta küflenen şemsiye kadar olsun ekseni haricinde zıplama yapamıyorsa bırakalım bu işi birader!”

“Hayat anlamını edebiyatın parlak kılıcını savurmakla biçimlendirmez.”

Âdem’e kelimelerin yetmediğini, düşüncelerinin cümlelere sığmadığını söyleyebilirim. Meslek lisesi ikinci sınıftan terk bir berber çırağı olarak edindiği birikim, keskin zekâsı ve şiir idealiyle onun, taşranın insan sıcaklığı taşıdığı söylenen dar ve sığ kazanı içinde nasıl bir ıstırapla kavrulduğunu öngörebiliyorum. Anlayamadığım, oralarda, o şartlar içinde böylesi bir birikimi ve seçkin ideali nasıl edindiğidir.

Âdem Yoksun’un öyle betimlemeleri var ki değme romancılara taş çıkartır. Konunun ruhunu yansıtan bir kelime seçimine dayanan anlatımı eski kelimelerin ağırlığını taşısa da o bu yükü gündelik deyişlerle hafifletiyor. Düşünce yoğunluğu içinde kıvranan dilini mizahi söyleyişlerle soluklandırmayı biliyor.

Yazdığı şiirlerle ilgili verdiği bilgileri, yaşamından bazı kesitleri, bazı kişi ve çevre betimlemelerini şiir kitabının ön sözüne ustaca yerleştirmiş olması onun edebi yeteneğini gösterdiği kadar ön sözünü de seçkin ve muteber kılıyor.

Evet, sanırım böylesi bir ön söz Türk şiir tarihinde ilk kez okur karşısına çıkıyor. Âdem Yoksun şöyle yazıyor bir yerde: “Şiirsellik temayülü bünyende temerküz etmişse adımların cehennem istikametine hafiften yönlenmiştir, ben bunu bilir bunu söylerim kanka! Şahsen, anlattığım olguların yaşanabilir tiksintilerini incelikle hesaplayamadığım için giriştim böyle bir kitap projesine. Bu çabamda başarılı olamayacağımı da elbette adım gibi biliyorum. İşin kusursuz ütopyaları işlevsizleştiren büyük revizyonu burada düğümleniyor işte: Yenilmek.”

Aslında Âdem Yoksun kendi şiirine çok güveniyor ve ön sözünü de bir şaheser olarak görüyor. Fakat bu ifadelerinde ne denli samimidir ne denli ironiktir ya da mizaha yaslanmaktadır, karar veremedim. O ifadelere işte birkaç örnek:

“Edebiyat dünyasının beni ne büyük şevk ve heyecanla beklediğini, ortaya koyacağım başyapıtların hayalinin zihinlerde tortulaştığını, değişmesi gereken tarihsel sürece öncülük etmemin beklentisinin gövdeleştiğini kavradım.”

“Gittikçe arttıktan sonra sisli zirveye ulaşma temayülündeki estetik beğenimin, kimi yadırgamalara maruz kalacağı muhakkak.”

“Şiirimizi tek başıma muasır medeniyetler seviyesine yükseltemem ki!”

Âdem Yoksun gerçek bir kişi midir yoksa kurgusal bir karakter midir, bilemiyorum. Eğer gerçek değilse bir kurgu ürünüyse buna sevinirim. Çünkü onun kurgusal bir karakter olması bu kurguyu yapan şairimizin intihar etmemiş olduğunun, yaşadığının delilidir. Eğer gerçek bir kişiyse ülkemizde bu denli bir donanıma sahip nice Âdem Yoksun’ların bulunduğunu bize düşündürdüğü ve bu düşünceye hayatiyet kazandırdığı için ona teşekkür etmeliyiz.

Burada Polat Onat’ın yazının başlarında aktardığım sözüne dönmek isterim. Polat Onat’ın ithaf yazısındaki “Âdem Yoksun diye biri yok diye düşünüyorum.” sözü, kitabı okuduktan sonra aklıma düşen şüpheyi bir kez daha kışkırttı. Yeniden kitaba döndüm. Kitabın 164. sayfasında Âdem Yoksun’un kısa biyografisi yer alıyor. Ve bu biyografide 2010 yılında bilinmeyen bir nedenle yaşamına son verdiği bilgisi veriliyor. Bütün bunlar ister bir düzenleme isterse gerçeğin anlatımı, Âdem Yoksun’sa ister kurgusal ister somut bir kişi olsun, edebiyat dünyamız onun yazdıklarını tartışma masasına taşımalıdır. Âdem’in değindiği birçok konu günümüz şirinin yakıcı sorunuyla ilgilidir ve daha önemlisi günümüz şairlerinin birçoğu gerçekte birer Âdem Yoksun değil midir? Şöyle de söyleyebilirim: Toplumsal alandaki konumu, işlevi, şiir alanında yaşadığı sorunlar, çektiği sıkıntılar, şiirsel kimliğiyle ilgili umut ve beklentileri, düş ve hayalleriyle ve kendi evreninde sıkışıp kalmışlığın huzursuz ruhu ve yalnızlıkla beslenen ruh yaralarıyla Adem Yoksun’un gerçekliği bir tarafıyla da bugünün şairinin alegorik düzlemde temsilidir. Toplum katında var oluşunu gerçekleştirememiş, kabulünü onaylatamamış her şair sonuçta bir Âdem Yoksun’dur.

“Kalem” bir bakıma adsız ve kürsüsüz şairin şiiridir:


KALEM

kulenin dibinde bulamamıştım sözcüklerimi
geziyordu sahilde saatlerin tekinsizliği
beş dakika nedir ki gelir geçer
ses kuruyor boğazımda
otların içinde açmaz ki şiirler
çekilmesi dolaysız değilse
sakin çalışıyorum renk vermeden
kalemimin ucuna dolan yara tükenmez
gönlüne buz düşer artık yazma
sana söylüyorum evet sana
kitabını dünya gözüyle görmeyen.

     Âdem Yoksun (Syf: 154)


İntihar Etmiş Bir Taşra Berberinin Şiir Kitabı ve Önsözü
Komşu Yayınları, Sıcak Nal Dizisi / Kasım 2012 / 168 Sayfa

CAFER YILDIRIM
Aydınlık Gazetesi Kitap Eki, 11 Ocak 2013
Sayı: 46, Sayfa: 16

8 Ocak 2013 Salı

Bir Berberin Manifestosu / Serdar Çelik



   Polat Onat’ın İntihar Etmiş Bir Taşra Berberinin Şiir Kitabı ve Önsözü adlı eseri ilk cümlesiyle farklı olduğunu hissettiriyor. Kitap hakkında hem ayrıntılı hem de anlaşılır bir okuma yapabilmek için sanırım ellili yıllarda ilk nüvelerini veren “postmodern durum” hakkında bilgi sahibi olmak gerekiyor. Malum olduğu üzere o dönemin postmodern yazarları, modernizme karşı geliştirdikleri düşüncelerini, bir tanım yapmaktan kaçınarak ortaya koymaya çalışıyorlardı. Belki de o nedenle, David Harvey postmodernlik hakkında yazdığı kitabın adını Postmodernliğin Durumu koymuştur. Postmodern durum bir düşünce midir?  Yoksa bir muamma mı? Bugün hâlâ tartışılan bir konuysa da, birçok zor metin için (kolayından olsa gerek) bu tanım uygun görülmektedir. Dolayısıyla postmodernliğin belirsizlik, parçalanma, kurallığın bozumu, ironi, benin yitimi, melezleşme, katılma, karnavallaşma, metinsellik, bir durum analizi, eleştirisi ve bir döneme karşı çıkışı şeklinde biçimlendiğini söylemek yerinde olur sanırım.

   Onat’ın kitabını da bu tartışmanın eksenine oturttuktan sonra okumak, sağlıklı bir okumanın kapılarını açacaktır. Nitekim kitap, henüz giriş cümlesiyle bu yönlü bir eksende olduğunu hissettiriyor bize. Polat Onat’ın bu kitabı için, “Şunu yazmış” demek gibi net bir ifade kullanmak sanırım metnin yaslandığı düşünce açısından bir paradoksu barındırır. O nedenle, “Neyi anlatıyor?” gibi bir soru sormak metnin okunmasını daha bir kolaylaştıracaktır. Nitekim yazarın yazdıklarından ziyade, okurun ne anladığının önemli olduğu bir yapıttan bahsetmek daha doğru olur kanımca. Tam da bu noktada metnin, “Önsöz” bölümündeki parçalı iç dökme hali için, ayrı ayrı bir analizi hak ettiğini söylemek yanlış olmaz herhalde. Her parça için de ayrı bir okuma atlası çıkarmak ve ikinci bölümdeki şiirleri de bu düşünce üzerinden okumak yerinde olacağı gibi şiirleri de anlaşılır kılacaktır. Aksi halde okurun, yazılanın ne olduğu konusunda, bir muamma ile karşılaşacağını söylemek yanlış olmaz. O nedenle İntihar Etmiş Bir Taşra Berberinin Şiir Kitabı ve Önsözü’nün bir roman mı, şiir mi, yoksa bir anlatı mı olduğunu söylemek güç.  Zaten yazılan metnin adını koyup ne olduğunu söylemek, ortaya çıkan metnin amacının da dışına çıkmak olur. Kitap iki bölüm olarak kurgulanmış; birinci bölüm Önsöz, ikinci bölüm ise Şiirler kısmından oluşuyor. Romanın birinci bölümünde yazar, sanat, roman, şiir, kültür, hayat hakkındaki görüşlerini eleştirel bir üslupla kaleme alırken, ikinci bölümde, birinci bölümde ele alınan konuların adım adım nasıl şiire dönüştüğünden bahsediyor.

   Yazarın metin boyunca, karakteri Âdem Yoksun üzerinden bir sanat anlayışı geliştirdiğini, bu durumun da metnin arkaik yapısını eleştirel bir zemine doğru kaydırdığını görüyoruz. Nitekim yazarın ortaya koyduğu eleştirel sanat anlayışı, gücünü postmodern durumdan aldıktan sonra gizliden gizliye bir melez manifestoya dönüşüyor. Yazar, ruhsal sorunları olan biri üzerinden bunu yapıyor olması metnin gücünü artırdığı gibi eleştirilebilirliğini de ortadan kaldırıyor. Yazarın karakterine yüklediği kendilik, yalnızlık, küskünlük, delilik hali bu melez manifestoyu tamamlıyor gibi.

   Bütün bunların yanında bir de, Âdem Yoksun’un sanat görüşü dışında insani bir hikâyesi var ki,  belki de metnin soğuk ve tumturaklı anlatısının yanındaki en dikkat çekici durum bu. Birinci bölümün sonuna doğru, bütün o kargaşanın, iç dökmenin, yalnızlık sözlerinin ardından bir insanla karşılaşırız. Sanırım o da günümüzün yalnız ve anlaşılmadığını düşünen insanıdır. Adı konamayan, yaşadığı yüzyılı bir yalnızlıklar toplamından başka bir şey olarak göremeyen insanı yani. Bu noktada İntihar Etmiş Bir Taşra Berberinin Şiir Kitabı ve Önsözü için,  postmodern durumla bütünleşmiş bir hal aldığını söylemek yerinde olur. Yazar, Âdem Yoksun’un iç sesine ait kaotik ve kaybolmuşluk durumunun çoğul bir yalnızlığa - hiçliğe işaret ettiğini ve ortaya çıkan bu yalnızlığın- hiçliğin de ancak aşkla sağaltılabileceğini gösteriyor bize.

SERDAR ÇELİK
Kitap Zamanı, 7 Ocak 2013,
Sayı: 84, Sayfa: 24


6 Ocak 2013 Pazar

İhtiyarlığın Güzelliği: Anneannem

Sevgili anneannem, 
ne sabırlı ne iyiliksever insandır o...

Ne zaman başbaşa kalsak eski günlerden açar konuyu,
geçmişte kalmış güzel günlerden...

 Tatlı anıları anlatmak kadar hüzün verici bir şey 
var mıdır ki şu dünyada?

Geri gelmeyecek hatıraları özler hep anıların saklandığı zihnimizdeki mağara...

Sonra hayat bizi içine çağırır. 
Umutla gülümser o gül yüzün...

5 Ocak 2013 Cumartesi

Sedat Sezgin ile "Taşra Berberi" Hakkındaki Söyleşimiz (İnceeleyen Dergisi)


Sedat Sezgin ile "İntihar Etmiş Bir Taşra Berberinin Şiir Kitabı ve Önsözü" hakkında yaptığımız İnceeleyen Dergisi 'nde yayınlanan söyleşimiz:

Sedat Sezgin: Âdem Yoksun kimdir, bize biraz ondan bahseder misiniz?

Polat Onat: İnanın bu konuda size yeterince sağlıklı bilgi verecek kaynaklardan mahrum olmam sebebiyle net ifadelerle Âdem Yoksun’u tanıtmam çok zor, dahası riskli olacak. Çünkü Âdem hakkında yaptığım araştırmalar hep belli bir yerden sonra sanal bilgi okyanusu olan google’daki güvenilirliği tartışmalı bazı küçük malumat kırıntılarını toplamaktan öteye gidemedi. Aslında farklı bir açıdan bakacak olursak da Âdem Yoksun’un kim olduğundan çok ne söylediği, ne yapmaya çalıştığı, onun trajik intiharının edebiyat ve şiir dünyasına etkisinin ne olduğu gibi sorunsallar biz okurları daha çok ilgilendirmeli diye düşünüyorum. Ama sanatçı insanları etiketleyip, zihnimizde sınıflandırdığımız raflara yerleştirmeye oldukça meyyal yapıda bir bakış açısı toplum nezdinde daha baskın olduğu için, tüm bu söylediklerim ne kadar kabul görücü mahiyettedir tam emin değilim.   

Sedat Sezgin: Bir berberin değil de daha çok bir eleştirmenin, bir şairin yakınmaları, düşünceleri ve şiir üzerine görüşlerini okuduğumu söylemeliyim bu kitapta.   Bunu söylememim en önemli nedeni kitaptaki ilk bölümün, önsöz bölümünün, dili. Elbette ki bir berber bir filozof olabilir, buna hiçbir itirazım yok. Ama kitabın ismine bakıp daha çok bir berberin sanat ya da şiir üzerine fikirlerini ya da düşüncelerini okumak isteyen okur aradığını bulamayacaktır, hatta okunması bir hayli sabır gerektiren bu kitap karşısında hayal kırıklığı yaşayacaktır. Bir başka durum da, bu kitabın az önce söylediğim nedenden ötürü gerçek edebiyat meraklılarının eline geçmemesi tehlikesi. Bunun üzerine hiç kafa yordunuz mu?

Polat Onat: Öncelikle şunu ifade etmek istiyorum ki, bu kitabın tüm berber esnafı tarafından okunmasını çok isterdim. Hatta Türkiye Berberler Federasyonu’nun kültürel konularda kullanılmak üzere ayrılmış bir fonu bulunsaydı ve bu yapıtın yayıncıdan topluca temin edilip taşradaki berberlere dağıtımında sponsor desteği ile bir çalışma içine girilseydi büyük isabet olurdu. “İntihar Etmiş Bir Taşra Berberinin Şiir Kitabı ve Önsözü” isminin, muhtemel okurları yanlış yönlendirebileceği konusundaki görüşünüze kısmen katılıyorum. Ancak ortada okur nevinden bir potansiyeli net olarak görmediğim için bu tespitinize yeterince destek veremeyeceğim. Edebiyatseverleri mutlu eden, heyecanla okunan, güçlü kurguya sahip, olay örgüsünü müthiş kotarmış yapıda, piyasada yeterince kitap mevcut olduğu için, bu kitabın okurlarını bazı yönlerden sizin tabirinizle hayal kırıklığına uğratmasının istenmeyen bir durum değil, tam tersine, hedeflediği asıl amaç olduğunu vurgulamalıyım. Okurların arada sırada hayal kırıklığı duygusunu tatmine yarayan kitapları okumasına da ihtiyaç, hatta zorunluluk olduğu kanısındayım. Ben şahsen kendi okuma deneyimlerimden şu sonucu çıkardığımı söylemeden edemeyeceğim. Heyecan ve ilgiyle bir solukta okuduğum kitapların büyük çoğunluğunu kısa bir süre içinde tamamen unuttum, zihnimden silinip gittiler. Ama zorlukla ve sıkılarak okuduğum kitapların ise isim ve içeriklerini büyük oranda hatırlıyorum. Belki de bu vaziyet bana has bir tuhaflık da olabilir. İhtimal dahilidir, kabul ederim, itirazım olmaz.   

Sedat Sezgin: Sonuçta kitap şiir üzerine yazılmış bir deneme gibi duruyor. Âdem Yoksun’un sorduğu gibi size sormak istiyorum:“Her şeyin resmi var, peki şiirin resmi olabilir mi?”

Polat Onat: Kitap “şiir üzerine yazılmış bir deneme” ya da tam zıttı “deneme üzerine yazılmış bir şiir” olarak da okunmaya müsait kaygan bir zemin üzerine oturtulmaya çalışılmış intibaını ciddi manada bende de uyandırdı. Bana kalırsa bu kitabın temel sorunu şu; Âdem Yoksun kendini fazla kasmış, zihnini gereğinden çok yormuş, hayatı olduğu gibi ele almamış, olması gerektiği gibi de yaşayamamış, sonuçta böylesine hilkat garibesi bir metni geride bırakıp, çekip gitmiş. Ama hayat biz yaşayanlar için devam ediyor, olan olmuş artık, ölenle ölünmez ki, herkesin işi gücü var! “Şiirin resmi olabilir mi?” sorunuz ise, Âdem Yoksun gibi insanlar için ciddi bir hevesle yanıtlanabilir mahiyette belki ama benim yeterince malumatım olmayan bir husus olduğundan kesin bir yanıt vermekten kaçınacağım.

Sedat Sezgin: Okur, pençelerini kaldırmış kitabı parçalamaya hazır bekleyen bir aslan mı? Âdem Yoksun’un cevabı belli, ya sizinki?

Polat Onat: Yoksun örneğinden yola çıkarsak “okur” kavramı üzerine ahkâm kesen bütün yazarların okunmaya değer görülmemiş eserler ortaya koyduğu genellemesine gidilmesi epeyce ironik olurdu. Benim bu husustaki cevabım, bağışlayın, biraz kısa ve basit olacak: “Okurdur okur.”

Sedat Sezgin: Kitap, Âdem Yoksun’un monoluğu gibi duruyor. Bir de bu şahsı biraz sizden öğrenebilir miyiz?

Polat Onat: Ben burada ne desem, ne söylesem eksik kalacak. Onu tanımak için kitabını okumak bir zorunluluk içeriyor. Âdem Yoksun kendine has, takıntılı, tuhaf bir kişiliğe sahip. Edebiyat dünyasındaki örneklerden benzetme yapmam gerekirse karakter bazında; Kâtip Bartleby, Yabancı, Düşüş, Yeraltından Notlar, Bir Delinin Hatıra Defteri, Aylak Adam, Cyrano De Bergerac,  Amok Koşucusu, Genç Werther'in Acıları, Martin Eden, Bitik Adam vb. gibi önemli yapıtlardaki kahramanlarla bazı yönlerden benzeştiğini söyleyebilmek mümkün.

Sedat Sezgin: Âdem Yoksun intihar etmemiş olsaydı, sizce ilerde Türk şiirindeki yeri neresi olurdu?

Polat Onat: Âdem Yoksun intihar etmemiş olsaydı şiir dünyasında elbette ki hiçbir yeri olmayacaktı. Acı ama gerçek. Yazık ki Âdem’in estetik ve poetik bazda kapasitesi son derece sınırlı. Ancak kendisi açısından intihar gibi dikkat çekici ve dramatik bir sonu tercih ettiği için, bunun vesilesiyle, belki ileride küçük de olsa bir yer edinebilir şiir dünyasında. Tahmin yürütmek güç.

Sedat Sezgin: “Verimli çağımdayken elimden tutun” diyor Âdem Yoksun. Sonra, “Genç Şairler Akademisi” adında dev bir eğitim kompleksinden bahsetmektedir. Nice şair ve yazarın kastedilen bu olumsuz nedenden ötürü kaybolduğunu hatta hiç ortaya çıkmadığı muhakkaktır. Âdem Yoksun’un bu çağrısını hiçbir yetkiliye ulaştırdınız mı, ulaştırmışsanız aldığız tepki nasıl oldu?

Polat Onat: Âdem Yoksun’un son bir vasiyeti olarak telakki ettiğim için bahsettiğiniz hususu kimi önemli yetkililerimizle bizzat paylaşmak isterdim. Ama buna cesaret edemedim. Yetkililere bu hususu iletseydim büyük ihtimalle “Hadi güzel kardeşim! Bak burada meşgulüz, bizim değerli vaktimizi böyle boş beleş isteklerle çalma. Çıkış sağ taraftan!” yanıtını duyacağımı düşünmem, şevkimi kırdığı için böyle bir girişimde bulunmadım.

Sedat Sezgin: Son sözü rahmetli Âdem Yoksun’a bırakalım istersen:
“Neyse ki zaman en adil edebiyat eleştirmeni olmuştur.”

Teşekkürler...

İntihar Etmiş Bir Taşra Berberinin Şiir Kitabı ve Önsözü / POLAT ONAT
Komşu Yayınları, Sıcak Nal / Kasım 2012 / 168 Sayfa