21 Nisan 2012 Cumartesi

18 Nisan 2012 Çarşamba

Özgürlük ve Sonsuzluk (Ali Kemal Çınar)


Arşivlerimin olduğu kutuyu karıştırırken güzel bir şeye rastladım: Değerli arkadaşım Ali Kemal Çınar'ın uzun yıllar önce yaptığı ve bana hediye ettiği Özgürlük temalı bir karakalem resim çalışması ve arkasına yazdığı Sonsuzluk konulu bir şiir.

15 Nisan 2012 Pazar

Doğa İçin Çal 1-2-3-4-5 (VİDEO)







   Uzun ve özenli bir uğraş sonucu ortaya çıktığı hemen belli olan bu güzel ve nitelikli çalışmalara dikkat çekmek isterim. 
Dinleyip de  beğenmeyen birine pek rastlamadım doğrusu. 
Tavsiye ederim.

7 Nisan 2012 Cumartesi

Raflara Sığmayan Kitaplardan: 'İhtiyarın Vefatı' (Hüseyin Peker)


KİTAP RAFLARINA SIĞMAYAN DÖRT KİTAP: 1.'İhtiyarın Vefatı'

'toprağın altındayım ben silemem 
esen rüzgar silsin gözyaşlarını.'   (s: 124) 
derken bile sıkıntısını belli ediyor Polat Onat. Zaman gazetesindeki "İhtiyarın Vefatı" konulu söyleşisinde de buna benzer atmosfer değişiklerinin izlerini; şiirlerinde olduğu gibi yineliyor sık sık şair: 'Şair olmak için şiir yazanlar ve şairlikten kurtulmak için şiir yazanlar. Ben hep kendimi ikinci grupta gördüm.'

Edebiyat ortamında olmaktan duyduğu rahatsızlığın kaynağını nerede aramak gerekli? Öncelikle doğuda öğretmen olarak görevini sürdürmenin zorluğu diye düşünsek, ya da Bursa'da okuduğu öncelikli dönemin yarattığı sıkıntılar,  çok çocuklu bir babanın genç yaşta aldığı yükün tutuşması mı üzerinde seyreden? Bu tür sıkıntılı us yapısına kavuşmanın arasında gezinen...

Kitabın temasının ihtiyarlık ve vefat oluşunda da aynı sıkıntı yatıyor bence. Sanki şair, bu kadar yükün altında öleyim daha iyi, der gibi. Ya da ölümün ötesinde yaşamı seyretmek daha dinlendirici dercesine bir telaşı, bıkkınlığı önümüze taşıyor: 'Fakat unutmayalım ki hepimiz ihtiyarız, gençler az ihtiyar, yaşlılarsa çok ihtiyar!'   (aynı söyleşiden)

Polat Onat'ın bu kadar ihtiyarlık dillendirmesi yapmasının altında türlü öbekler yatıyor daha. 'farklı bir şiir yazıyorum'  dediği yerin altına şu notları düşebiliyor: 'yazıyorum / görselliği ön plana koyarak / olmayan okura lirik şölen'  (s: 22) Buradaki -olmayan okura- söylemine dikkat. Kısaca Onat'ın memnun olmadığı düzen içerisinde okur da var bir türlü. Onu olmayan sınıfına sokmakla, hıncını alır gibi. Ve sunduğunun bir şölen olduğunda ısrarlı. Diyor ki; yazıyorum, beni anlamıyorlar. Bu yüzden şiire tersinden başlamak cüretini gösteriyor. Belki ihtiyarlık irdelenmesinin altında, beni yordunuz, ihtiyarlattınız söylemi saklı.

Kah 'köhne bir huzurevinde' (s: 21), kah 'absürdlüğe ve zırvalamaya' (s: 17) varan bir söylemle yaklaşıyor. Burada şiirsel dokuyu pek dikkate almadan şiire sokuşturduğu bilimsel deyimlerin cesurca kullanılışına dikkat. Gerek şiirsel dokuyu önemsememe, gerek parçalama edimlerine varan bir muhalefet gizli Polat Onat'da. Ortaya çıkıveren bir görünmez kavga!

'ölüme beş kala ancak böyle dizeler çıkar
acemi ve ihtiyar bir şair müsveddesinden
sığmıyor yalnızlık yazdığım hiçbir kâğıda'   (s: 26)

Kendini bu denli aşağılayan, şiir dünyasını, şair kalmayı hor gören şairden ancak kendine itiraz dizeleri beklenebilir. Bu konuda seçtiği yol doğru. Beşiği tabutla, kundağı kefenle, rahmi toprakla özdeşleştiren şairin düzyazıya at koşturduğu bu şiir cinsi, bize biraz da varoluşçu simgelerin sonucunu anımsattı. David Fincher'in yönettiği "Benjamin Button” filmi Oscar'dan dönmüştü; çünkü ihtiyarlıktan gençliğe dönen birinin ters öyküsünü
anlatıyordu. Polat Onat'daki bu tematik olgu da pek farklı değil:

'yaşım seksen oldu geçen bahar
halen geceleri uyuyabilirsem eğer
annemi görüyorum rüyamda bana mama hazırlarken'   (s: 39)

Her türlü sıkıntı yaratan evrenine karşın ilginç bir kitap "İhtiyarın Vefatı". Kah gezdiği, görev yaptığı yöre öykülerini sinesinde barındıran, kah yaşadığı bunaltıcı hayata bir çığlık nidası veren bu şiirler, geleceğin ölülerini birleştirerek, kimi dizelerini küçümseyen şiir dostlarına bir yanıt niteliğinde... 

'en yüce nimet / ey ekmek'   (s: 44)
'hoşgeldin ey kıyamet günü'   (s: 47)
'müsaadenle gideyim / hakkını haram et'   (s: 92)
gibi dinsel kaynaklı kavramları da şiirine dahil eden Polat Onat'ın ihtiyarlık sürüncemesi bir sıkıntının patlayışından izler getiriyor önümüze. Yer yer kısa tuttuğu dizelerle bile kaynak aradığı bu açmaz sonunda onu boğacak mı? Orasını bu tür ölüme yakın yerde duran bir şiir belirlemez elbet. 86 yaşından sonrasına kadar  'buraya kadarmış'  (s:91) diyerek inen ozanın bazen öldükten sonrayı yazması karşısında şu soruyu imlemiş duruyorum böylesi şiirler karşısında? Polat Onat bundan sonra neresini yazacak. Bulutlar ötesi mi kaldı işin ucunda? Kendi bunun nasihatini dizelerle söylüyor zaten:

'sabah açken kuru üzüm ye öğünler aynı saatte
ekmek pirinç un şekerden uzak dur katı yağ zararlı
ölmemeye çalış'   (s: 74)

Polat Onat bu haliyle ilgiyi üzerine toplamayı başaran, ama okuru ve şiirseveri bir tomar sorunla boğuşmaya, hesaplaşmaya bırakan bir ozan resmi çiziyor. Siyah ve kırmızı çelişkilerle...

Hüseyin PEKER
Mor Taka Dergisi, Kış 2012, Sayı: 17

1 Nisan 2012 Pazar

Uğur Tural'ın Objektifinden İstanbul

1991 doğumlu, Bursa'da yaşayan, genç fotoğrafçı Uğur Tural'ın objektifinden çıkan bu derinlikli İstanbul enstantaneleri beni çok etkiledi. Böylesine mükemmel fotoğrafları görünce aklıma hemen değerli şairimiz Oktay Rifat'ın "Bir Kartpostalın Arkasına Yazılmak İçin" şiiri geldi. Şiirin son bölümünü fotoğrafların altına ekledim. 
Şiir ve fotoğraf. İki kardeş sanat dalı. Yeri geldiğinde birbirini işte böyle bütünleyen...







BİR KARTPOSTALIN ARKASINA YAZILMAK İÇİN 

(...)

tirandiller alamanalar mavnalar
ben sizlerle büyüdüm
açık pencereden yarı yarıya
bir ay görünürdü düştü düşecek
bir çam başını uzatırdı

koltuk takımı halılar ve konsol
bir deniz evinin bütün avadanlığı
bir kayık karaya çekilmiş
öbürü şamandıraya bağlı
hiç unutmam bir martı konmuştu üstüne

ve İstanbul uzaktan
Ayasofya Süleymaniye Topkapı
bize bakıyordu Üsküdar'a ve bana.

OKTAY RİFAT
(1914 - 1988)