12 Ocak 2013 Cumartesi

Cafer Yıldırım: "Her Şair Sonuçta Bir Âdem Yoksun'dur" (Aydınlık Kitap - Sayı: 46)


İNTİHAR ETMİŞ BİR TAŞRA BERBERİNİN 
ŞİİR KİTABI VE ÖNSÖZÜ

Varlığından sosyal medya aracılığıyla haberdar olmuştum. Sonra, Batman’da yaşayan şair Polat Onat kitabı bana ulaştırdı.

İçeriği, ortaya çıkış biçimi, yazılış amacı ve yazarının dillendirdiği hedefleri bakımından okuduğum en ilginç kitap oldu.

Yazının başlığı aslında sözünü ettiğim kitabın adıdır. Bunun yayınevinin bir satış tercihi olduğunu düşünmemi gerektirmeyecek bir emare yer almıyor kitapta.

Kitabın yazarı: Âdem Yoksun. Yüz on beş sayfalık bir önsöz ve kırk beş sayfada yer alan kırk beş şiirden oluşuyor kitap. Türk edebiyatının muhtemelen en uzun ön sözünün ilk sayfasında şöyle diyor Âdem: “Şiir varken bunca söze ne hacet, diyebilirsiniz. Lakin bu eserimi tamamladıktan sonra intihar edeceğimi sizlere daha en başta belirtmek istiyorum. Ki tüm yazdıklarımı mümkün olduğunca özenli okuyasınız.”

Polat Onat’ın bana gönderdiği kitaptaki ithaf yazısında ise dikkat çekici bir ifade var: “Âdem Yoksun diye biri yok diye düşünüyorum… Ama belki de yalan söylüyor olabilirim…”

Polat Onat’ın çetrefil bir bulmacayı andıran bu ithaf yazısına daha sonra döneceğim. Öncelikle kitaptan söz edeyim. Âdem Yoksun, yaşamıyla ilgili verdiği karardan bir daha hiç söz etmiyor. Sürükleyici bir roman kurgusu içinde akıp giden anlatımında kararıyla ilgili dramatik bir imada da bulunmuyor. Bu durum intihar gibi bir kararın okuyucu üzerine bıraktığı ağır yükü tabii ki ilerleyen sayfalarda bütünüyle almasa da hafifletiyor.

Âdem Yoksun’un önsözünde neler yok ki! Onunki ön söz değil, âdeta bir son söz sanki. Belki her ikisi de.

Okuru şaşırtan ve önsözü farklı kılan da içeriğinin barındırdığı zenginlik. Âdem’in önsözünün şiirlerinden daha ilginç ve dikkate değer olduğunu öncelikle belirtmeliyim. Şairimiz öyle bir kurgu yapmış ki bu metin içinde kendisinin edebiyatla ilgili şaşırtıcı ve zihin açıcı düşüncelerinin yanında şiirlerinin yazılış süreci ve anlam değerleriyle ilgili bilgi, uyarı ve ipuçları da yer alıyor. Şiir sanatı ve Türk şiiriyle ilgili tahlil, saptama ve öneriler bulunuyor. Bunlardan bazılarını paylaşmadan geçmek istemem:

“On dokuzuncu yüzyılın son çeyreğinde yaşanan Fransız şiirindeki devinimsel çıkarsamaları bir tuzak olarak değil, hükümsüz zenginlik olarak kültürel dokusundan bağımsız şekilde harmanlayabiliriz.”

“Kalıplaşmış sanat formüllerinin sahte bir sinyalizasyonla ekarte edildiği günümüzde nereye doğru yol alıyoruz ki? İşte böylesi sorular yanıt bulmalı sanat çevrelerinin unuttuğu karanlık dehlizlerin nemli kuytusunda vahşi kahkahaları öfkeyle boğarak.”

“Zor olan şiir yazabilmek değil, hayatın içindeki şiiri görebilmektir.”

“Geri getirilmesi imkânsız zaman süzgeçlerinde, kendini hırpalamış şiirsel imgelerin acımasızca kullanılmak suretiyle katledildiği günümüzde, insan artık sanat-hayat düzleminde önüne çıkan yapay engellerin hesabını sormasını bilmelidir.”

“Üretilen yapıt, bodrum katta küflenen şemsiye kadar olsun ekseni haricinde zıplama yapamıyorsa bırakalım bu işi birader!”

“Hayat anlamını edebiyatın parlak kılıcını savurmakla biçimlendirmez.”

Âdem’e kelimelerin yetmediğini, düşüncelerinin cümlelere sığmadığını söyleyebilirim. Meslek lisesi ikinci sınıftan terk bir berber çırağı olarak edindiği birikim, keskin zekâsı ve şiir idealiyle onun, taşranın insan sıcaklığı taşıdığı söylenen dar ve sığ kazanı içinde nasıl bir ıstırapla kavrulduğunu öngörebiliyorum. Anlayamadığım, oralarda, o şartlar içinde böylesi bir birikimi ve seçkin ideali nasıl edindiğidir.

Âdem Yoksun’un öyle betimlemeleri var ki değme romancılara taş çıkartır. Konunun ruhunu yansıtan bir kelime seçimine dayanan anlatımı eski kelimelerin ağırlığını taşısa da o bu yükü gündelik deyişlerle hafifletiyor. Düşünce yoğunluğu içinde kıvranan dilini mizahi söyleyişlerle soluklandırmayı biliyor.

Yazdığı şiirlerle ilgili verdiği bilgileri, yaşamından bazı kesitleri, bazı kişi ve çevre betimlemelerini şiir kitabının ön sözüne ustaca yerleştirmiş olması onun edebi yeteneğini gösterdiği kadar ön sözünü de seçkin ve muteber kılıyor.

Evet, sanırım böylesi bir ön söz Türk şiir tarihinde ilk kez okur karşısına çıkıyor. Âdem Yoksun şöyle yazıyor bir yerde: “Şiirsellik temayülü bünyende temerküz etmişse adımların cehennem istikametine hafiften yönlenmiştir, ben bunu bilir bunu söylerim kanka! Şahsen, anlattığım olguların yaşanabilir tiksintilerini incelikle hesaplayamadığım için giriştim böyle bir kitap projesine. Bu çabamda başarılı olamayacağımı da elbette adım gibi biliyorum. İşin kusursuz ütopyaları işlevsizleştiren büyük revizyonu burada düğümleniyor işte: Yenilmek.”

Aslında Âdem Yoksun kendi şiirine çok güveniyor ve ön sözünü de bir şaheser olarak görüyor. Fakat bu ifadelerinde ne denli samimidir ne denli ironiktir ya da mizaha yaslanmaktadır, karar veremedim. O ifadelere işte birkaç örnek:

“Edebiyat dünyasının beni ne büyük şevk ve heyecanla beklediğini, ortaya koyacağım başyapıtların hayalinin zihinlerde tortulaştığını, değişmesi gereken tarihsel sürece öncülük etmemin beklentisinin gövdeleştiğini kavradım.”

“Gittikçe arttıktan sonra sisli zirveye ulaşma temayülündeki estetik beğenimin, kimi yadırgamalara maruz kalacağı muhakkak.”

“Şiirimizi tek başıma muasır medeniyetler seviyesine yükseltemem ki!”

Âdem Yoksun gerçek bir kişi midir yoksa kurgusal bir karakter midir, bilemiyorum. Eğer gerçek değilse bir kurgu ürünüyse buna sevinirim. Çünkü onun kurgusal bir karakter olması bu kurguyu yapan şairimizin intihar etmemiş olduğunun, yaşadığının delilidir. Eğer gerçek bir kişiyse ülkemizde bu denli bir donanıma sahip nice Âdem Yoksun’ların bulunduğunu bize düşündürdüğü ve bu düşünceye hayatiyet kazandırdığı için ona teşekkür etmeliyiz.

Burada Polat Onat’ın yazının başlarında aktardığım sözüne dönmek isterim. Polat Onat’ın ithaf yazısındaki “Âdem Yoksun diye biri yok diye düşünüyorum.” sözü, kitabı okuduktan sonra aklıma düşen şüpheyi bir kez daha kışkırttı. Yeniden kitaba döndüm. Kitabın 164. sayfasında Âdem Yoksun’un kısa biyografisi yer alıyor. Ve bu biyografide 2010 yılında bilinmeyen bir nedenle yaşamına son verdiği bilgisi veriliyor. Bütün bunlar ister bir düzenleme isterse gerçeğin anlatımı, Âdem Yoksun’sa ister kurgusal ister somut bir kişi olsun, edebiyat dünyamız onun yazdıklarını tartışma masasına taşımalıdır. Âdem’in değindiği birçok konu günümüz şirinin yakıcı sorunuyla ilgilidir ve daha önemlisi günümüz şairlerinin birçoğu gerçekte birer Âdem Yoksun değil midir? Şöyle de söyleyebilirim: Toplumsal alandaki konumu, işlevi, şiir alanında yaşadığı sorunlar, çektiği sıkıntılar, şiirsel kimliğiyle ilgili umut ve beklentileri, düş ve hayalleriyle ve kendi evreninde sıkışıp kalmışlığın huzursuz ruhu ve yalnızlıkla beslenen ruh yaralarıyla Adem Yoksun’un gerçekliği bir tarafıyla da bugünün şairinin alegorik düzlemde temsilidir. Toplum katında var oluşunu gerçekleştirememiş, kabulünü onaylatamamış her şair sonuçta bir Âdem Yoksun’dur.

“Kalem” bir bakıma adsız ve kürsüsüz şairin şiiridir:


KALEM

kulenin dibinde bulamamıştım sözcüklerimi
geziyordu sahilde saatlerin tekinsizliği
beş dakika nedir ki gelir geçer
ses kuruyor boğazımda
otların içinde açmaz ki şiirler
çekilmesi dolaysız değilse
sakin çalışıyorum renk vermeden
kalemimin ucuna dolan yara tükenmez
gönlüne buz düşer artık yazma
sana söylüyorum evet sana
kitabını dünya gözüyle görmeyen.

     Âdem Yoksun (Syf: 154)


İntihar Etmiş Bir Taşra Berberinin Şiir Kitabı ve Önsözü
Komşu Yayınları, Sıcak Nal Dizisi / Kasım 2012 / 168 Sayfa

CAFER YILDIRIM
Aydınlık Gazetesi Kitap Eki, 11 Ocak 2013
Sayı: 46, Sayfa: 16

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder