18 Eylül 2011 Pazar

Dağlarca Öldü, Peki Ya Şiir? (Polat Onat)



DAĞLARCA ÖLDÜ,
PEKİ YA ŞİİR?

Bundan yaklaşık dokuz yıl önce, Dağlarca’yı evinde ilk kez ziyaret etmiştim. Görüşmemizin ardından, sıcağı sıcağına not aldığım izlenimlerimi paylaşmak istiyorum:

İçeri girdiğimde kahverengi, eski koltuğuna yaslanmış, ayaklarının üzerini bir battaniyeyle örtmüş, televizyonda MTV kanalında, bir hard rock grubunun klibini seyrediyordu Dağlarca. Beni fark edince televizyonu kapattırdı.

Biraz muhabbetin ardından, şiirlerimden birkaç tanesini okumamı istedi. Ama ben daha birkaç dize bile okumadan, ürünlerimi hiç beğenmediğini ifade etti. “Şiirle hiç alakası yok. Bunları yırt at, yeniden başla şiire.” dedi. Hatta bir ara gülerek “Ver şu şiir dosyanı da, sana not olarak koca bir sıfır verdiğimi yazayım üzerine.” dedi yarı şaka yarı ciddi. Ama şiirlerimi doğru düzgün dinlememişti bile.

Etkilenimlerden uzak kalıp, böylesine özgün bir şiiri nasıl oluşturduğunu sordum. Dağlarca “Bu benim içimden gelen bir şey, bunu bilinçli olarak yapmıyorum. Ben daha şiir yazmaya ve yayımlamaya başlamadan yıllarca önce Türk şiirinin doruğu olacağımı biliyordum. Şiir kendiliğinden, tarz kendiliğinden ortaya çıkar gerçek şairde. Yazma çabası yaşamamın yüreğidir. Şiir çalışmadığım, yazmadığım, düzeltmediğim gün yoktur.” dedi.

Laf arasında, benim taşrada yaşayan kişilerin ürün yayınlatmasındaki zorluklardan yakınmama karşılık “Sen iyi bir şiir yazıp denize atsan bile, o şiir er geç yine hak ettiği dergilerde yerini bulur.” dedi. Bu söz hoşuma gittiği için hemen not defterime yazmak istediğimde, tatlı tatlı gülerek “Basit bir laftı, not almana gerek yok, deli misin sen!” dedikten sonra ekledi “Sen kendi başına hareket et, kendi yolunu çiz. Şiirde her zaman uzun vadeli bir amacın olsun ve başarmak için yoğun çaba göster. İstanbul’dan ve edebiyat çevrelerinden uzak olman bir olumsuzluk sayılmaz.”

Askerliğiyle, orduyla ilgili sorular sordum. Askerliğe girişini şöyle anlattı: Babası Dağlarca’yı askeri okula vermek istiyormuş. O ise askeri okula girmek istemiyormuş. Ve gitmeyeceğine dair Kuran-ı Kerim’i öperek yemin etmiş. Babası buna karşılık, diğer odaya gitmiş ve daha büyük boyda bir Kuran getirmiş. “Seni askeri okula göndereceğim.” diye babası da bu Kuran’ı öperek yemin etmiş. “Tabii ki sonuçta babam kazandı.” dedi Dağlarca neşeyle. Askerdeyken her koşulda, en zor şartlarda, mum ışığında, at sırtında bile şiirler yazdığını anlattı. “Şiirin istediği disiplin askerlikten daha fazladır.” diye de ekledi.

Aç olmadığımı söylediğim halde masaya benim için de tabak koydurdu. Tuhaf bir yemek getirdi hizmetçi kadın. İlk defa görüyordum böyle pekmezli bir sebze yemeğini. Teşekkür ederek masadan kalkmak istedim. Ama Dağlarca çok ısrar ettiğinden dolayı, zorla da olsa bol ekmekle biraz yemeye çalıştım bu ilginç yemeği. Pek belli etmesem de epey midem bulandı. Bu tür yemeklere alışık olmadığımı tahmin eden Dağlarca “Gör bak işte, çok yaşamak için, neler yemek zorunda kalıyorum.” dedi.

Sofradan kalkınca devam eden konuşmamızın bir bölümünde Dağlarca’nın içli içli “Yalnızlık Allah’a mahsus.” demesini asla unutamam. Ne kadar başarılı ve sevilen bir şair olsa da kimsesiz oluşu onu çok hüzünlendiriyor. “Her başarının bir kefareti vardır, sizinki de yalnızlığınızdır belki.” dedim. Bir cevap vermedi, öyle baktı pencereden dışarıya dalgın dalgın. Ayrılırken elini öptürmek istemedi ama ben yine de öptüm. Giderken kapıyı kapatmadan önce son kez “Eyvallah Üstat.” dedim. “Güle güle, yine gel e mi?” diye yanıtladı.

Dağlarca’nın oturduğu apartmanın alt katındaki kahvede, yaşlı emekliler kâğıt oynuyorlardı sigara dumanları arasında. Kim bilir hava kararmaya başlayınca, Dağlarca da şiir oynamaya başlayacaktı belki masasında yapayalnız. Herkes en iyi bildiği oyunu oynar öyle değil mi? Ara sokaklardan geçtikten sonra, Bahariye Caddesi’nde dolaşmaya başladım. Önümde yürüyen uzun boylu bir gencin elinde Dağlarca’nın yazdığı bir şiir kitabı gözüme ilişti. Bu tesadüfe çok şaşırdım ve “Belki de şiir oyununun en güzel tarafı budur.” diye mırıldandım kendi kendime.
9 Şubat 2003

POLAT ONAT
Taraf Gazetesi, Kitap Eki, Eylül 2011
Sayı:8   Sayfa:23 

4 yorum:

  1. “Gör bak işte, çok yaşamak için, neler yemek zorunda kalıyorum.” belki bir yaştan sonra bizi bekleyen en önemli gerçeklerden biri..

    çok güzel bir anı,yerinizde olmak isterdim ..
    sevgiler..

    YanıtlaSil
  2. Çok duygulandım okurken..
    Unutulmayacak bir anı,yerinizde olmak isterdim bende.

    YanıtlaSil
  3. çok güzel ifade etmişiniz..
    Bloguma hoşgeldiniz..
    bende izlemedeyim..Gene beklerim..

    YanıtlaSil
  4. Çok güzel bir anı bence.
    Biliyor musun bir zamanlar o kadar çok şiirimi yırtıp attım ki.
    Blogun çok güzel, diğer blogunda da takipçinim artık, sayfana hoş buldum :))

    YanıtlaSil