11 Mayıs 2011 Çarşamba

İhtiyarın Vefatı: Mesafesi Kadar İnleyen Rüzgârlar (Turan Karataş)





"Mesafesi kadar inleyen rüzgâr"lar...

(…)

İHTİYARIN VEFATI

Polat Onat'ın eseri, önce dosya olarak önüme gelmişti. Okuyunca heyecanlandım, son yılların genel geçer şiir anlayışından farklı bir dikkate, duyarlığa sahip bir şairle karşılaştığımı hissettim, hadi söyleyeyim, en yüksek puanı da ona verdim. Sonra aynı dosya, yanlış saymadıysam 10 yeni şiir eklenerek ve bazı şiirler değiştirilmiş olarak kitap halinde karşıma geldi. (Digraf / Şiirden Yayınları)

Bu kitaptaki aynı şiirleri okurken daha önceki heyecanı duyamadım. Şimdi iyice anlıyorum ki, anlatıma yaslanan, her seviyeden okurun anlayışına, algısına açık somut şiirin böyle "tehlikeli" bir tarafı var. Bir okumalık olmamalı elbette şiir. Peyami Safa'nın sözünü hatırlayalım; yüz defa bin defa okumadığım şiire, şiir demem, buyurmuştu. Haksız değil. Hadi sayıları düşürelim, ama her seferinde meyve yüklü bir dala uzanır gibi, birden çok kendine çekmeli şiir bizi. İyi şiirin niteliklerinden biridir bu.

Epey zaman oldu ki şiir kitaplarına ön söz yazılmıyor. Şiiri önceleyen söz olmaz diye mi? Hâlbuki yüzyıl öncesinin "mukaddime"leri meşhurdur; bazılarını hâlâ okuruz. Polat Onat kitabına koyduğu noktalamasız "önsöz"de (TDK'nın son kararına göre, ayrı yazacağız ön'ü ve söz'ü) şöyle diyor:

"şunu söyleyeyim günümüz şiirinde sıkça kullanılan güvenli yolda yani belirli bir dize etrafında imgeselliğe yaslanan kolaycılığa sapmaktansa risk almayı tercih ederek alabildiğince basitlik ve yalınlıktan absürtlüğe dahası zırvalamaya dek açılan yelpaze etrafında sıradanlıklardaki müthiş çarpıcılığı lirik tonda hissettirme belki az da olsa duyumsatma çabasının mütevazi bir tezahürüdür bu çalışma" (s. 17)

Şiir kitaplarında ön söz neyse de (çünkü bazen şairin şiir anlayışına, sanat tutumuna, başında yer aldığı ürünlere dair önemli belirlemeler buluruz, yukarıda olduğu gibi), onun da önünde yer verilen başkalarına ait sözleri doğru bulmam. Bir şair, kendine / şiirine güvenen bir şair, bunlara niye yer verir hemen ilk sayfalarda; daha şiirleri okunmadan. Okura bir ikaz sayılmaz mı bu? "Bak, şiirim için böyle böyle dediler, sen de bunları göz ardı etmeden oku!" kabilinden bir ön koşullandırma, kabullendirme değil midir? Bunlar zayıflığın işaretidir görüşümce; şiirine güvenemeyen şairin huzursuzluğu... Kaldı ki bu kabil, küçük küçük olumlu belirlemelerin bir şiir kitabının sonunda / arka kapağında yer almasını da doğru bulmam.

Önümüzdeki kitapta bulunan şiirlerin hemen çoğu, yaşlanmak ve ölüm üzerine yazılmış. Belli bir yaşa gelmiş, meselâ altmışını geçmiş bir insanın gözüyle, duygusuyla bakılıyor yaşamaya, eşyaya, tabiata, olaylara... Her biri yaşanmışlık duygusu veren bu anları, durumları şair tecrübe etmiş değil, ama bunların yaşandığının bilgisine sahip yahut farkında. Yaşadığımız hayatın özellikle karalı ve kaba yüzleri, karmaşası, acısı, kaygıları, dertleri, hâsılı birçok safahatı bu şiirlerle anlatılıyor. Bir an, birkaç şiirde, Mehmet Akif'in manzum hikâyelerinin serbest biçimini okur gibi oldum.

Şiirlerin kendi içinde akıllıca bir bütünlük var

Onat'ın şiirlerinin çoğu, gördüklerinin, yaşadıklarının, Cahit Zarifoğlu'nun ifadesini ödünç alarak söylersem okuduklarının kazandırdığı nesnel bir kolaylıkla yazılmış. Şiirlerin kendi içinde "akıllıca bir bütünlük" var. Ben bu bütünlüğü seviyorum, daha doğrusu önemsiyorum. Bugünün parçalı, dağınık, savruk, irtibatsız söz istifleri gibi duran birçok şiir metninden ayrılan yanı bu: Bir özünün olması. Şunu unutmadan söylemeli, şair iletisini çok açık kılıyor; hatırlatmalar, dersler, uyarılar, öğütler şekline getiriyor. "Resim" şiiri, bu dikkatle okunabilir. Fakat bir konu, tema etrafında yoğunlaşan bu bütünlük, yer yer küçük zekâ oyunlarına kurban gidiyor.

"Akvaryum", "Yağmur", "Suskun", "Sandık", "Ömür" gibi görselliğin gücüne ya da albenisine sığınan denemelerden uzak durmak gerektiği kanaatindeyim. Bu kalıp farklılığı, ilk bakışta hoşuna gidiyor okurun, ne var ikinci, üçüncü kez okuyuşta / bakışta etkisini kaybediyor.

Polat Onat'ın şiir tutumunda Abdülkadir Budak'la benzeşen taraflar var. Onat da betimleyici, anlatımcı somut bir şiir yazıyor, o da her şeyi söyleme gereği duyuyor. Sözgelimi:

"görünmez ellerinle kuşku içinde
paslanmış bir anahtar uzatıyorsun bana
artık hiçbir kapıyı açmayacak bir anahtar." (s. 18)

Buradaki son dizeyi söylemese, anahtarın hangi kapıyı açıp açmayacağını biz okurlar düşünsek, daha güzel olmaz mı?

Şair de farkında, tehlikeli sınırlarda oluşturuyor şiirini, bu yüzden düzyazının ikiz kardeşi olan yerler az değil yazdıklarında: "o zayıf genç tedirgin şekilde / karşıma ormanın derinliklerinden çıktı / kesiyordum kurumuş ağaç dallarını / ekliyordum öbekleyerek eşeğimin sırtına" satırlarıyla (dize demiyorum) başlıyor "Oduncu"; ancak biterken şiirin soluğunu duyuyoruz: "evlat bunlar dal, dedim / bildiğimiz kuru dal / senin yüreğin kadar kuru / ve cayır cayır yanması için / ne alev gerek ne de ateş." (s. 45)

"Leş gibi kokan, ne alâkası var şimdi, inan buna, kafam şişti be yeter, hakkını haram et" gibi günlük dilin çok kullanılan sözlerine, kalıp ifadelerine yüz vermemeli şiirde. Hep kusur mu aradık ne. Hayır. Fakat şunu da ekleyeyim, içinde "yilanlara çeres olacik kızanımın saçları" gibi şahane, bir o kadar da dramatik bir dizenin bulunduğu "Derdo" örneği, yöresel ağızla şiir yazmanın bir değerini göremiyorum.

İhtiyarın Vefatı'ndan "Mezar", "Yalnız", "Mektup", "Şair",
"Alevler",  "Öğretmen" benim beğendiğim şiirler.
Umarım, şairin o iddialı ve büyük dileği gerçekleşir,
torunlarımız ezbere bilir şiirlerini.

Bazen, dönüp bakıyorum da yazdıklarıma, herkesten 'iyi şiir' yazmasını bekliyorum, dahası istiyorum. Mümkün mü bu? Hayır. Herkes mesafesi kadar inleyecektir.

Turan KARATAŞ / 4 Mayıs 2011
Yeni Şafak Gazetesi, Kitap Eki, Sayı: 54

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder