Hüseyin Avni Cinozoğlu
BİR ANTİ KAHRAMAN: ÂDEM YOKSUN
Çağdaş şiir ve edebiyatın
soylu birikimini yüksek bir irtifayla buluşturan şaheser olarak
nitelendirilmesi doğru olan bir şiir kitabı: “İntihar Etmiş Bir Taşra
Berberinin Şiir Kitabı ve Önsözü”
Bu şaheser bir
şiir kitabıdır. Şair Polat Onat, bu şiir kitabıyla estetik açıdan yüksek bir
niteliğe ulaşmayı başarıyor. Kalıpların, biçimlerin, yönelimlerin, bilindik ve
aşınmış biçimleri ve biçemleri ( üslubu) kifayetsiz bulduğu için, iptal ederek,
bu bildik biçim ve biçemler dışında, bir şiir kitabının, çokken bir yapıya sahip
olmasını teklif ediyor ve daha önce mevcut olmayan, hayatı hikâyemizin iç ve
dış manzaralarıyla buluşturan, halis ve saf şiiri keşfetmeyi, başarıyor.
En önemlisi
Şair Hüseyin Peker'e verdiğim bir cevapta, Orhan Pamuk'un "Yeni Hayat" ve
diğer bazı romanlarının zayıf eserler olduğunu Orhan Pamuk'un dünya edebiyatına
Selim Işık, Zebercet, Raskolnikov, Bay K, Oblomov, Zorba, Murtaza, İnce Memed,
Mümtaz gibi tip ve karakterler armağan edemediğini, en başarılı romanı "Kara Kitap"taki Galip ve Celal Salik'in Novil karakterlere benzese de, evrensel
tipler olamadığını, iddia etmiştim.
Polat Onat'ın
ÂDEM YOKSUN adlı anti kahramanı, SELİM IŞIK gibi evrensel bir tip. Ayrıca Polat
Onat’ın bu eserindeki başarılı kompozisyon, tasvir ve cümlelerdeki yetkinlikle,
Orhan Pamuk ya da başka bir yazarın cümleleri mukayese edildiğinde, Polat
Onat’ın eserinin, rüçhaniyete sahip olduğu görülecektir. Dahası
dostum Hasan Ali Toptaş’ın yol açıcı bir eser olarak alkışlanan "Bin Hüzünlü Haz" adlı romanını da aşan bir eser “intihar etmiş bir taşra berberinin şiir kitabı
ve önsözü”.
Şair Polat Onat,
Cemal Süreya’nın Üvercinka’ eserinden sonra Türk Şiirinde bir mucize. Ya
da “zurnanın ucunda yepyeni bir çingene”
Çünkü İkinci
Bölüm’deki şiirler yüksek risklere rağmen “geleneğin kurtarılmış
bölgesinde” sancağını görkemle dalgalandırmayı başarıyor. Geleneğin
müktesebatına ait bir arazi parçasında, yepyeni bir yol açmayı başarıyor.
Polat Onat’ın bu eserini Ertan Mısırlı, Mahmut Temizyürek, Ahmet Telli, Selami Karabulut, Sevda Zeynep Karadağ, Fuat Çiftçi, Mustafa Ergin Kılıç gibi doğruluk, dürüstlük gibi faziletlerin kâffesini şahsiyetlerinden cem eden, entrika, hile ve dümen çevirmeye asla temayül etmeyen, ama bir türlü küçük, sınırlı ve kıt kapasitelerini artırma yolunda maalesef çaba göstermeyen, abi, abla ve mahalle arkadaşlarınca da çok sevilen, bu “çantacı” arkadaşların, okumasını, tavsiye ediyorum...
Polat Onat’ın bu eserini Ertan Mısırlı, Mahmut Temizyürek, Ahmet Telli, Selami Karabulut, Sevda Zeynep Karadağ, Fuat Çiftçi, Mustafa Ergin Kılıç gibi doğruluk, dürüstlük gibi faziletlerin kâffesini şahsiyetlerinden cem eden, entrika, hile ve dümen çevirmeye asla temayül etmeyen, ama bir türlü küçük, sınırlı ve kıt kapasitelerini artırma yolunda maalesef çaba göstermeyen, abi, abla ve mahalle arkadaşlarınca da çok sevilen, bu “çantacı” arkadaşların, okumasını, tavsiye ediyorum...
Mamafih bu asil
ve kâmil arkadaşların, ezber severlikleri yüzünden “intihar etmiş bir
taşra berberinin şiir kitabı ve önsözü”nün anlam katmanlarına asla nüfuz
edemeyeceklerinden de, emin olduğumu, üzülerek belirtmeliyim.
Çünkü okuma
konusunda biraz özürlü olan bu mütevazı arkadaşlar, çarşı, pazar, panayır
amaçsızca dolaşmaları, çanak çömlekçilik gibi el zanaatlarında son derece
kabiliyetli olmalarına rağmen, karakterlerindeki saflık, dürüstlük, doğruluk
gibi vasıflarla temayüz ettiklerini ve ne olduklarının da herkesçe malum olduğu
ortadayken, benim onları methetmem gereksiz bir durum.
Ama Cemal Süreya,
hırsız, uğursuz ve sahtekârlar takımına, Cemal ve Hüsnüne tasallut eden bu adi
ve iğrenç soytarılara lanet ediyordur. En çok da Cemal Süreya, kemancının
her mânâda küçük oğluna liyakatsiz, lakayt ve laubali, selam vermeye tenezzül bile
etmeyeceği, bu küçük ve ucube, acuze bir dilenciden farksız bu yankesiciye,
lanet ediyordur.
Orta
tahsilli adam ve hanımefendilerin, sanat da ısrar etmelerini, beyhude
bulanlardanım. Esasa dönelim:
Nazım halinde
yazılan her metin şiir olmadığı gibi, nesir biçiminde yazılan bazı metinler de
özgün bir şiir olabilir. Mesela Arthur Rimbaud’un düzyazı şiirleri. Türkçe’de
de Şair Osman Serhat Erkekli imzalı “Yerlere ve Göklere Dair” adlı
düzyazı şiirleri. Çarpıcı imgeler bir nesir biçimiyle de sunulabilir, ayrıca bu
düzyazı ile dizeler halinde simetrik yapı cem olunabilir.
Bazı okurlar bu şiir kitabı için, bu bir romandır
Bazı okurlar bu bir öykü kitabıdır ya da Novella’dır
Bazı okurlar bu çağdaş şiirin kapsamlı manifestosudur
Ve bazı okurlar ise hayır bu halis ve has ve hakiki bir şiir
kitabıdır,
Yargıları içinde evvel emirde doğru olan son şıktaki
yanıttır.
2000’li yılları
idrak ettiğimiz bu muasır medeniyet asrında, şiir için mazideki ve daha yakın
zamandaki tüm kalıp, biçimlerin hatta temaların bir alışkanlık halinde âdeta
kemikleştiği, bu alışkanlığın radikal bir devinimle aşılabileceği kaziyesini
idrak eden Şair Polat Onat’ın, vaaz ettiği nitelik, yüksek bir estetik düzeyi
müjdeleyen, gerçek bir devrimdir.
Türkiye’de son
zamanlarda bir ucube olarak kendini, aşikâre eden Deneysel Şiir, Görsel Şiir ve
kifayetsiz muhteris ve ehliyetsiz şair arkadaşların, alelacele kaleme aldıkları
Manifestoları, geçersiz kılan bir Ars Poetica.
Bu Ars Poetica
için, belli ki “kırk yıl dergâha tek bir eğri odun taşımayan” bir derviş
sabrı ve özenini görmek mümkün.
Türkçe de
Deneysel, Görsel örneklerde tek bir başarı vardır, o da Şair Tarık Günersel’e
aittir.
Bir Orta Oyunu,
bir Karagöz düzeyindeki vasat bir tuluatın mutlak butlanla malûllüğünü de
kesinlikle kanıtlayan, Türk Şiiri’ndeki Türk Avam Kamarası düzeyindeki bir
vasatlık ve orta irfanla malûllük hali ve herkesçe malûm olmasına rağmen,
göreli itibarlarını aralarında bir şebeke tesanütüne borçlu editör, üleştirmen,
ödül ve şiir yıllığı simsarları, İstanbul’da Polis Locasına dâhil ve komplo ve
kumpas vehmedecek derecede paranoyak, müddei umumilerle birlikte görev ifa
eden, kısa boylu ve tıknaz bazı arkadaşların, artık son sahnenin yaklaştığını
haber veren, deprem çantaları olsa bile, büyük bir depremin altında enkaz
arasında ziyan olacaklarına dair, bir kehanet. “Basiretsiz Manifestik”
şairlerin yol açtığı bir manifestolar mezarlığı.
Öyle ki Ahmed
Haşim’in Piyale’nin önsözü olarak yazdığı “Şiir Hakkında Bazı Mülahazalar”,
Garip, Toplumcu Gerçekçi, İkinci Yeni ve 1960 sonrası benzer içtihatları da,
mülga eden, Manifesto adını taşımasa da dört başı mamur bir Manifesto.
Çağdaş yönelimler
ya da deneysel ve görsel, kifayetsiz keşif ve inşaların, kıt zekâlara üstün
hürmet bahşedilmesini sona erdiren, nadir bir zirve... Şair Polat
Onat’ın, “Evet, ben sadece bir şiir
kitabı yazdım.” cümlesinde ısrar edeceği, tahmin olunabilir.
Sıradan okur, bu
şiir kitabını önceleyen bir şaheser olarak Oğuz Atay’ın “Tutunamayanlar” romanını
ve “Korkuyu Beklerken” adlı öykü kitabının mülhem bir edası olduğunu
iddia edeceklerdir. Tutunamayanlar’daki Selim Işık karakteri hemen
hatırlanacaktır.
ÂDEM YOKSUN da
tıpkı Selim Işık gibi modernitenin şiddetine maruz kalan Modern Bir Evliya. Ama
külliyata hâkim okurlar Tutunamayanlar'la birlikte Dostoyevski’nin BEYAZ
GECELER adlı romanından el alındığını, keşfedebileceklerdir. Beyaz
Gecelerdeki iki ben anlatıcı vardır. Bir yazar Dostoyevski, diğeri de saf ve
halis aşkın sembolü Nastenka.
Polat Onat daha
çok Beyaz Geceler’deki yazarın sesini ve erkek ben anlatıcının edasını
tecarüs etmektedir.
Beyaz
Geceler’de erkek ben anlatıcı Petersburg şehrinde bir flaneur gibi avare
dolaşan hayalperest yazar gibi, Şair Polat Onat’ta Batman şehrinde bir flaneur
gibi dolaşan hayalperest bir şairdir. Yani Flaneurlüğün büyük şehirlere özgü
olduğu anlayışına da, itiraz eder.
Batman şehrini
gezen hayalperest şair Polat Onat, daha ziyade metinler, kitaplar arasında
dolaşmaktadır. Hayatın sanatla buluşmasını isteyen şairimiz, metinler arasında
gezinirken, Türk şiirine musallat olmuş pek çok travmayı, yanlışı, iltimas ve
cehaleti de sergiliyor. Kara mizahla stilize ederek, pek çok travmayı bir bir sergiliyor.
Elbet bu flaneur
sadece Batman şehrinde değil, önsöz metnin son bölümlerinde trenle seyahat
ediyor. İstasyonlardan, şehirlerden, ovalara bozkırlara, telgraf tellerine
bakarak geçiyor. Doğu Ekspresi, Kurtalan Ekspresi ve Mavi Tren ile seyahat eden
yolcuları betimlerken, paralel olarak da edebiyatın, şiirin, sanatın
güzergâhlarından geçiyor. Türkçe tahkiyede tasvir sanatının en mükemmel
örneklerini de bu büyük eserde görmekteyiz. Yazarın da iddia ettiği gibi gerek
düzyazı metinde gerek ikinci bölümdeki şiirlerde tek bir virgül, ses, sözcük
hatasının olmadığı, Opus Magnum’a özgü bir armoni, tenasüp ve ahenk...
Ahenkten kastettiğim musikiye dair bir nitelik değil, nevi şahsına münhasır
yeni bir Altın Oran…
Önsöz olarak
kaleme alınan uzun düzyazı metinde, anlam genişlemesiyle, yüzeydeki lâfzî
anlamla birlikte, yakın okumayı gerektiren farklı anlam katmanlarını keşfetmek,
mümkün.
Mesela Şiirci
Amca adlı 69-70 sayfadaki kısa öyküde kasabada yarı meczup başka şairlerin
şiirlerini beyaz kâğıtlara kopya ederek kasaba çarşısında dolaşarak satan,
şiire tutkun muhtemelen tahsilsiz sempatik bir Şiirci Amca betimlemesi var. İlk
bakışta bir kasabada, yarı meczup bir adamın, şiire olan sevgisini hatırlatan
bir sempati içinde yorumladığım bu Şiirci Amca’nın, başkalarının şiirlerini
kopya ederek, kendine mal eden bir şairi hatırlattı. Biraz haksız bir yargı
olmakla birlikte bu Şiirci Amca sanki Şair Ahmet Ada’yı tanımlamaktaydı. Zira
aşağıdaki cümleler:
“ Kopya
ettiği şiirleri içine doldurduğu kahverengi evrak çantasını sallaya sallaya,
hafif kamburu çıkmış şekilde kasaba sokaklarını arşınlaması, utangaç bir
tebessümle dükkânlara girip çıkması, daha dün gibi gözümün önünde. Bayramda,
biriktirdiğim harçlığımın bir kısmıyla da ben de Şiirci Amca’dan bir şiir
aldığımı hayal meyal hatırlıyorum. Geçmiş gün on kuruş mu, yirmi kuruş mu
ödedim aklımda kalmamış. Diğer insanlara sattığı fiyattan daha uygun fiyata
vermişti bu şiiri bana. Halim Şafak diye bir şairin ‘Cümle Yangınlara
Razıyım‘ adlı kısa bir çalışmasıydı.”
Devamında Şiirci Amca ya dair diğer
özellikler, ölümü ve bir mezar taşının dahi olmadığı anlatılmaktadır.
Benzer anlam
genişlemeleri kitapta küçük tahkiyelerde görmek mümkün. Lâfzî olarak hayata
dair manzaraların ruh halleriyle birlikte betimlendiği bu tahkiyeler, düz
anlamıyla gerçekçi ve ustalıklı bir tasvir, ama derin yapıda mutlaka bir şiir,
sanat meselesine dair bir eleştiri ya da tespit.
Mesela sayfa: 33’de
başlayan Zehra Teyze ve Kamil Enişte ‘den bahseden bölüm...
“Hey gidi günler
hey! Çocukluğumdaki bir sahne canlandı gözümde. Kasabamızın tenha ve sessiz
arka sokaklarından birinde, dış cephesindeki sıvaları yer yer dökülmüş,
bakımsız ahşap bir evde otururlardı Zehra Teyze ile Kamil Enişte.”
“Zehra Teyze ufak
tefek bir ihtiyarcıktı. Yirmi yıldan fazla felçli olarak yatan kocası Kamil
Enişte’nin bakımını yaparken, sanki dünyadaki en eğlenceli işi yapıyormuş gibi
sürekli tebessüm ederdi.”
Betimlemelerde ki
“ahşap” vurgusu, ev hali ve evdeki muhtelif eşyalar, anlam genişlemesi için
gerekli. Ben bu verilerden yola çıkarak, bu iki kişinin kimliğini doğru olarak
tespit ettim.
Bu tahkiye düz
lâfzî anlamı dışında, edebiyat ve şiire dair eleştirel bir kıssa olarak
okunduğunda, Kamil Enişte ile Zehra Teyze’nin Türk şiirindeki iki şairi
işaret ettiğini anlamak mümkün. Tabi ki isim vermek tehlikeli olduğu için, bu
yatalak felçli erkek şairle, yirmi yıldır “dünyadaki en eğlenceli işi
yapıyormuş gibi sürekli tebessüm ederek” Kamil Enişte’nin bakımını yapan
cefakâr ve vefakâr kadın şairin adlarını vermiyorum.
Yine benzer bir
anlam genişlemesine 100. sayfadan başlayan tahkiyede tanık olmaktayız:
“Çağlar İlçesi
Körhatlı Mahalesin’de oturan Nilgün Karakum (73) ve kızı Derya Karakum (40)
evlerinde bulunan çöplerin havaların ısınmasıyla kötü kokularından rahatsız
olan vatandaşlar, durumu yetkililere bildirdi.”
Diye başlayan
tahkiye çöp, koku, belediye zabıtası izleği üzerinden devam etmekte.
Çağlar İlçesi Ece Ayhan Çağlar’ı, Körhatlı Mahallesi’nde Ece Ayhan’ın Kolsuz
Hattat eğretilemesini, Nilgün Karakum Rahmetli Nilgün Marmara’yı, Derya
Karakum’un ise muhtemelen Lale Müldür olduğunu tespit ettim.
Yazar ve şairler
hakkında benzer eğretilemelere, alegorik anlatıma Sema Kaygusuz’un “Yere Düşen Dualar”
adlı, post modern teknikleri başarısızca ve acemice uyguladığı enflasyonist
arazla malûl romanında tanık olmuştuk. Sema Kaygusuz, kritik etmek istediği
yazar ve şair sayısını, enflasyonist bir iştahla yüksek tuttuğu için, başarılı
olamamıştır. Üstelik Sema Kaygusuz’un bu romanda kendi yazdığı ve ilk mektep
çocuğu kadar bir feraset sergileyemediği manzumelere de, yer vermesini tuhaf
bulduğumu belirtmeliyim. Asıl tuhaf olanı Sema Kaygusuz’un şiir adını verdiği
zırvalara Şair Birhan Keskin tarafından icazet verilmesiydi. Şair Birhan Keskin
elbette vahim bir etik hata yapmıştır. Birhan Keskin bu arkadaşça tesanütün
sebep olduğu etik ihlal nedeniyle Türkiyeli okurlardan derhal özür dilemelidir.
Gerçeği itiraf etmelidir.
Polat Onat
yakaladığı kalite ve nitelik, daha ciddi ve seçkin rekabet alanı inşa ederken,
gelecekteki şiir ve metin çalışmalarının yetkinliğini de âdeta garanti ediyor.
Yani Polat Onat’ın bu kitabını okuyan genç şair ve yazarlar, kısa vadede
sıradan başarılar yerine, sabırla emek vererek, “intihar etmiş bir taşra
berberinin şiir kitabı ve önsözü” adlı Polat Onat’ın ve sanatın diğer
nadir örneklerinin çizdiği irtifayı gözeterek, bir mesaiyi amaçlayacaktır.
Şiir, Polat
Onat’ın da vaaz ettiği düşünceler paralelinde her türlü abartılı önemden
azadedir. Şiiri kutsallaştırmak, putlaştırmak, şiir yazan için bir
yabancılaşmayı, bir hakiki olmamayı da bir mutasyon olarak kişiye bir zaaf
olarak da yansıyabilir. İnsan olarak şiir edebiyatla alakamız, bizim için şiir
ve edebiyatın dışında kalan ama şiir ve edebiyattan belki daha kıymetli temel
insani nitelik ve özelliklerle donanımlı olmamıza yardımcı olur. Alman - Türk
yapımı bir filmde başrollerden birini oynuyordum. Bir uçak sahnesi çekimi için
İzmir’e gitmiştim geçen hafta. İzmir’de genç şair evladım Neslihan Yalman’a, “
Şiir belki de o kadar önem verilecek bir hakikat hali değil. Şiir bize hayat
için çok daha zengin donanımlara malik olmamızda yardımcı olur. En mühimi
hakikatle ontolojik bir ilişki kurmamızda lazım yüksek zihinsel formasyon,
şiirle meşguliyetimiz sayesinde, daha mümkün hale gelir. Ve daha akıllı, daha
zeki, daha vicdanlı, daha adil ve korkusuz bireyler olmamıza sebep olur Ve
zaten böyle bir kâmil birey olduktan sonra, halis ve hakiki insan olmanın şair
olmaktan daha büyük bir başarı olduğunu, görebiliriz”
demiştim.
Aynı zamanda
bu Ars Poetica’da Polat Onat, çağdaş şiirin genel enkazını ve bu enkazın
bulunduğu darülacezeyi, iltimas ve kalpazanlığı şiar edinen vasati ve orta
irfan sahibi, kıt zekâlı şuaranın nasıl sefil ve ahlaksız bir şebeke halinde
örgütlendiğini, aslında bu güçsüzler arasındaki yaygın dayanışmanın belirgin
bir liyakatsizlik lakaydi ve laubaliliğe sebep olduğunu, şiir yıllıkları, şiir
ödüllerindeki alelade kumpas ve hileleri, bir bir sanık sandalyesine oturtarak,
sorguluyor. En önemlisi şiirin, sanatın ciddiyet ve yetkinliğini baş tâcı eden
istikrarlı ve vakur bir sanatçı duruşu.
Taşrada berberlik
yapan bir şiir heveslisinin, başlangıçtaki acemi ve istikrarsız ve dağınık
haleti ruhiyesi, aşama aşama bir mükemmelliğe, olgunluğa doğru bir tekâmülünü,
özgüveni olmayan acemi şairin, başlangıçtaki haline zıt bir dehaya ve özgüvene,
bir vaazı kanun salahiyetine mâlik olmasıyla, neticeleniyor.
Taşralı Berber
elbet “ustura” denilen aleti de hemen çağrıştırmakta. Taşralı berber Âdem
Yoksun, usturayı kullanmakta o kadar ustalaşıyor ki, usturanın ince ve keskin
ağzını fazlalıklar, orantısızlıklar, gereksiz tüy ve kılları yok etmekte üstün
maharet sergiliyor. Sanki berber değil de, bir hastayı neşterle ameliyat
ediyor ya da bir ceset üzerinde ayrıntılı bir otopsi yapıyor.
Simetrik ve bazen
kontrast halinde şairin halleri ve haleti ruhiyesi, tasvir ve betimlemelerde
Çehov ustalığına benzer bir yetkinlik. İç manzaraları, doğayı ve dış dünyayı,
hayatın kimi manzaralarını tasvir ettiği bölümlerlerdeki kalite, dikkat
çekici.
Âdem Yoksun,
başlangıçtaki acemi, savruk ve dağınık, taşralı şiir heveslisi iken bir
olgunlaşma sürecinde aşama aşama, merhale merhale olumlu olarak değişerek evrimle
dehaya ve var oluşun zirvesine ulaştığın da, intihar ederek ontolojik bir zafer
kazanır.
Zira Âdem Yoksun
kendinin ulaştığı var oluş zirvesine rağmen, sıradan hayatın fenemonel
değerlere aşina vasati dünyanın değişmediğini ve değişmeyeceğini fark eder
sanki. Çünkü şiirle devrim yapılamaz. Böylesi bir vasati iptidai dünya, bir
deha için, âdeta bir cehennemdir. Sartre’nin “Başkaları Cehennemdir” vecizesini
hatırladım.
“tekinsiz, kuru
ve alabildiğince şekilci bir yapıyı hedeflediğimi kesinlikle reddedemem.”
(S.10)
Poetik bir tutum
olarak" tekinsiz" sözcüğü Edward Said’in, J. Hillis Miller’den
alıntıladığı tekinsiz eleştirinin tanımlandığı cümleler “tekinsiz
eleştirmenlerin eserlerinde mantığın başarısız olduğu ân edebi dilin ya da salt
dilin gerçek doğasına en derinden nüfuz ettikleri ândır” [1]
Üslup egsantirik
ve anormaldir. Beyhude ya da iktidarsız bir akıl dışılık varlığı “ uçurum “ ya
da “çıkmaz “ gibi sözcüklerle telaffuz edilen bir akıldışlılık, ben anlatıcın
âdeta akıllı adamın içinde bir deli öznenin de söz söyleme yetkisine sahip
olması “intihar etmiş bir taşra berberinin şiir kitabı ve önsözü” için
geçerli bir tespittir.
Ayrıca “kuru”
niteliği orta tahsilli şiir heveslileri ve okurların duygu, duygusallık gibi
şairaneliği, heyecanlı aşırı bir coşkuyla terennümü meşrulaştıran, “sulu”
manzumeci edayı dışlayan, akıl ve akıl dışılığın örgütlediği düşünce,
entelektüel derinliği öncelemeyi işaret etmektedir.
Ve bu kitabın aslı
başarısı “aşırı derecede şekilci” bir yapıyı, biçimi amaçladığı görülecektir.
Özellikle önsözle simetri olarak ve bir zeyl olarak düşünülen, ikinci bölümdeki
şiirlerin cem olduğu bir metinsel yapı Türkçe Şiir de bir ilk olma şerefine de
sahip. Özellikle bu şiirler yalınlıklarıyla, gelenekteki tecrübelerle
benzer gibi görünse de, mesela Orhan Veli şiirlerine benzerlik gibi yüksek bir
riske rağmen, farklı özgün ve yenidir.
Oğuz Atay’ın “
Tutunamayanlar “ adlı romanın kahramanı Selim Işık, başarısız olduğu, bu
dünyada tutunamadığı için intihar eder. Âdem Yoksun intiharı bir zafer ve
başarı olarak görülse de, Âdem Yoksun da bu vasati hayat ve dünyaya
tutunamayacak kadar zeki ve ahlaklıdır.
Daha önce bir
makalemde de belirttiğim üzere Kafka’nın Dava romanın kahramanı Bay K, da vasati
iletişim diline yabancı olduğu ve bu iletişim diliyle uyum sağlayamadığı için,
bu vasati ortam tarafından cezalandırılır. Benzer bir cezalandırmaya
Elias Canetti’nin “Körleşme” adlı şaheserinde, görmekteyiz.
Tutunamayanlar’da
Selim Işık alıngan içedönük, aşırı duygusal, heyecanlı, ajitasyona eğilimli
kırılgan ve düzenle barışamayan dürüst ve saf hali, Âdem Yoksun’un
başlangıçtaki acemi tedirgin, tutarsız halleriyle benzerdir. Âdem Yoksun’un
özgüveni tam, zeki, tutarlı, âdeta vaazı kanun kadar selahahiyetli olduğu hali
ise, Tutunamayanlar’daki Turgut Özben’i hatırlatmaktadır.
Tutunamayanlar’daki
Selim Işık ve Turgut Özben adlı iki kahramanı aslından tek bir kişidir. Ve çift
şahsiyet halini gösteren simetrik bir kurgudur. Çekingen, inisiyatif alma
yeteneği olmayan, hayalperest Selim Işık, inisiyatif alan, atılgan kendine
güvenen Turgut Özben olarak şizoid kişiliğin iki uca bölünmesi, bir şahsiyet
yarılması.
Polat Onat,
Tutunamayanlar’a zeyl olarak tek bir kahramanda, ÂDEM YOKSUN tipinde, çifte
kişiliği, bir simetri halinde kurgulamayı
başarmakta.
Girizgah için
sözü DOSTOYEVSKİ’nin “BEYAZ GECELER” romanındaki bir sese bırakıyorum. Zira Polat Onat’ın bu
eserindeki kahraman ÂDEM YOKSUN, intihar etmiştir. Tıpkı Selim Işık gibi. Bu
iki müntehirin yazdıkları her iki eser de, bir arkadaş aracılığıyla, ya da bir
edebiyatsever tarafından evrakı metrukesinde ya da bir sahafta dosya halinde
bulunarak, yayıncıya bir notla gönderilmektedir.
Beyaz Geceler’deki
mehazı bazı okurlarımız hemen hatırlamışlardır:
“Neden bu gülünç
insan onu, sanki o az önce dört duvar arasında bir suç işlemiş gibi, sanki
sahte banknotlar basıyormuş ya da bir dergiye, içinde asıl şairin ölmüş olduğu
ve arkadaşının onun dizelerini yayına göndermeyi kutsal bir borç saydığını
belirten anonim bir mektupla birlikte göndermek üzere bir takım şiircikler
yazıyormuş gibi öyle şaşkın, öyle yüzü çarpılmış halde ve öyle mahcup
karşılar?”[2]
Dostoyevski’nin
Beyaz Geceler’deki erkek ben anlatıcının sesi ile Âdem Yoksun’un sesi arasında
paralellik olduğunu dikkatli okurlar anlayabilirler.
“intihar
etmiş bir taşra berberinin şiir kitabı ve önsözü” adlı kitapta son
sayfalarda Tutunamayanlar’daki gibi Yayıncının Notu dikkat çekicidir.
Yayıncının Notu bölümünde özetle şu bilgiler yer almaktadır:
Polat
Onat’ın imzalı bir kitap aramak için gittiği sahafta Âdem Yoksun adlı bir
berbere ait şiir dosyasına rastlamış, eserin yetkinliğini görünce yayıncıya
göndermiştir. Âdem Yoksun adlı berber eseri yazdıktan sonra intihar etmiştir.
Polat Onat
sahafta gerçekten “imzalı” bir eser bulmuştur. Zira Âdem Yoksun adlı
berberin eseri, roman, öykü ve şiir gibi türleri aynı kitapta cem eden,
geleneksel ve geçerli biçim ve biçemlerin aksine, devrimci bir biçim ve
içerikle âdeta yeni bir şiire işaret eden bu şiir kitabının en çarpıcı
özgünlüğü bugüne kadar yazılan tüm sanat manifestoları mülga eden, kapsamlı ve
hakiki bir manifesto olmasıdır.
“Kendimi şiirin o
dipsiz uçurumunda yapayalnız hissettiğimi belirtmek isterim” (s.9) cümlesi bir
paradoks anlama da sahip. Uçurum bazen zirvedeki bir yalnızlığı da ima
etmektedir. “Uzun zamandır düşünüyorum neden şiirler eskisi kadar sivri, güçlü
ve yansıtıcı değil.” (s.9)
Başlangıçta bir
taşralı şair koninin en altında yer bulabilir. Ama sabır okuma ve ciddiyetle
acemilikten kalfalığa sonra ustalığa ve nadiren de ÂDEM YOKSUN gibi Koni’nin
tepesine çıkabilir.
“Şiir içinde anti
şiir barındırabilmeli. Maddesel bağlamda kuantum reaktörlerini elemine edemeyiz
ki. Yoksa kandillerimiz yakıp neden dolaşalım sokakta? Benliksel
yaklaşımlar İkinci Yeni’den beri zaten yeterince törpüledi yaşamı kodlayamayan
Türk şirini. Zor olan şiir yazabilmek değil hayatın içindeki şiiri görebilmek.”(s.21)
Şiirin yaşamdan
kopuk olması Türk şiirinin özellikle 12 Eylül Sonrası vuku bulan hayattan ricat
etme olgusu, psiko patolojiden, dışavurumcu anlayışlara, marjinal, şiir yazan
özneyi çevresinden yalıtan, felsefi içtihatların sığ taklitlerine,
gerçeküstücülüğü anlayamadan alelade kopyalayan metinlere, Batı Modern ve
Post Modern düşünürlerin yenile keşfedilmesiyle Türkçeye çeviri gibi yansıtılan
açık intihallere, ilelebet Deneysel Görsel, toplumsal muhalefeti engelleyen,
bıktıracak kadar taklitlerin bir virüs gibi çoğaldığı bir enkazı tespit
etmektedir. Mesela Oluşum Dergisinde Enis Batur’un “Elmas bir tasarımdır yeter
ki düşleyelim” dizesini hatırladım.
Polat Onat’ın
şiirleri hayatın iç ve dış manzaralarını, iktisat ilminin belirlediği ana
çerçeve içinde, öylesine canlı ve ustalıkla, toplumcu gerçekçi ya da Garip ve
küçük burjuva gerçekçilerden farklı ama onlardan hem biçim ve içerik olarak
büyük risklerine rağmen üstün bir nitelikte hayat hikâyemize dair muhteşem bir
külliyatı ve ilk olma şerefine de mâlik olarak Türk Şirine armağan
ediyor.
(DEVAM EDECEK)
Hüseyin Avni
CİNOZOĞLU
Zalifre Yazıları
Dergisi, Sayı: 18
Sayfa:
8-9-10-11-12-13
* intihar etmiş bir taşra berberinin şiir kitabı ve
önsözü
Polat Onat. Sıcak Nal Yayınları, I. Basım 2012
[1] Edward Said. Başlangıçlar. S.11
YKY. İlk Basım Aralık 2009
[2] Beyaz Geceler. Dostoyevski. S.
45 Sabri Gürses Çevirisi. İletişim Y. 5. Basın Temmuz 2012
Hüseyin ağabey yüreğine, kalemine hayranım. Cesaretle, dürüstçe yazan nadir insanların en başındasın. Polat gerçekten bize has edebiyat sunan genç yazarlardan. Var olun...
YanıtlaSilkörler sağılrar birbirini ağırlar da denebilir.
YanıtlaSil