Kitapçı Dergisi, Sayı:9
Murat Gil
İNTİHAR ETMİŞ BİR TAŞRA BERBERİNİN
ŞİİR KİTABI VE ÖNSÖZÜ’NE
DAİR
“Adem Yoksun diye birisi elbette yok… Ama peki ya biz?”
Ah Adem Yoksun
ah… Görkemli bir poetikaya dönüşen önsözünü ve hiçbir zaman arzu ettiğin değeri
göremeyen harikulade şiirlerini okudum ve takdir ettim seni. Senin intiharla
sonuçlanan hazin hikayeni bizlerle buluşturdu diye de yazar Polat Onat’a
defalarca teşekkür ettim. Bundan böyle uzun uzadıya kitabın gerçek adını
yazmayacağım da “Şair Âdem Yoksun’un Hikayesi” diyeceğim elimdeki kitaptan
bahsederken, başlamadan belirteyim.
Oldukça ilgi
çeken bir başlık ve sadelikle tasarlanmış uçuk mavi bir kapak sizi bekleyen bu
kitaba ellerinizi yönlendiriyor. İnsanın en büyük dürtülerinden biri
biliyorsunuz “merak”. Bir taşra berberinin, üstüne üstlük “şair” bir taşra
berberinin intihardan önce söylediği son cümleler, bu ilginç sanatçıyı intihara
sürükleyen süreç ve o ana kadar dünya ve şiir hakkında düşündükleri okuru bir
anda cezbedebilecek sihirli malzemeler.
Şiiri çok seven
ve şiire kafa yoran bir edebiyatsever olarak neredeyse bir çırpıda ve keyifle
okudum merhum Âdem’in önsözünü ve şiirlerini. Onun önsözünde anlatabilmek için
çırpındığı poetikasını ilgiyle değerlendirdim kafamda. Kâh hak verdim sözlerine
kâh “Saçmala be Âdem biraderim!” dedim. Eserin arka kapağında yer alan “Bu
kitap acaba ne? Monolog tarzı tuhaf bir oyunsal uzun hikaye mi, ironik bir
postmodern kısa roman mı,mükemmel imgelerin billûrlaştığı bir şiir dosyası mı,
manifestovâri bir poetik metin çalışması mı,dramatik bir intihar mektubu mu,
spesifik bir novella denemesi mi?” sorusuna da “hepsi” cevabını verdim.
Önsöz ya da
poetika mantığına uygun bir biçimde kahraman anlatıcı sayesinde düşüncelere ve
olaylara vâkıf oluyoruz. Âdem, Anadolu’nun taşrasından dünyaya sesini duyurmaya
çalışan bir şair. Oldukça iddialı zaman zaman narsizmle ilişkilendirilebilecek
tavırları olan bir şair hem de. Yazar Polat Onat, Âdem ile edebi metinlerde
daha çok klasikleşmiş yapıtlarda görebildiğimiz “karakter”unsuruyla karşımıza
çıkıyor. Bana kalırsa Âdem, neredeyse Gregor Samsa, C.(Aylak Adam), Oblomov
kadar karakter özellikleri gösteriyor. Bu yargıya nasıl varıyoruz? Âdem sıradan
bir taşra çocuğu değil. Taşrada yaşamasına, berberlik yapmasına rağmen üst
düzeyde bir edebiyat ve felsefe bilgisine sahip olduğu hemen her sözünden
anlaşılıyor. Berberlik mesleğinden önce kendini şair olarak tanımlıyor bir
düşünün.Bunu yanı sıra berberliği şiir gibi sanatsal bir faaliyet olarak
tanımlıyor. Tip olabilecek kahramanların sıradanlığı kesinlikle yok Âdem’de.
Rüyaları, hayalleri dahi bu dünyadan değil. Âdem her sözü ve davranışı
ile “karakter” olmanın hakkını veriyor. Düşünün ki bir taşra berberi şu
cümleyle açıklıyor bu kitabı yazma amacını: “Anlattığım olayların
yaşanabilir tiksintilerini incelikle hesaplayamadığım için giriştim böyle bir
kitap projesine” Bu anlamda karakter yaratmanın zorluğunu düşünerek Onat
tebrik edilmelidir diye düşünüyorum.
Eser tam
anlamıyla bir roman sayılamayacağından klasik bir kurgusunun da olmadığı
söylenebilir. Bu da klasik bir konu ve temanın eserde işlenmediği anlamına
geliyor. Amacı aydın kesimin sıkıntılarını anlatmak olan Tutunamayanlar
romanına amaç olarak benzetebileceğimiz eserde Türkiye’de ve dünyada şair
olmak, şiirin mahiyeti, Türk yayıncılığının sıkıntıları, Türk okurunun
entelektüel geriliği genel olarak şiir özelinde irdeleniyor. Temayı sunma
anlamında Goethe’nin meşhur Genç Werther’in Acıları’yla da
özdeşleştirebileceğimiz bir eser Onat’ınki. Hatırlarsanız Werther de
mektuplarında bir karşılıksız aşk çerçevesinde dünya görüşünü ve ara ara da
yazın dünyasına yönelik düşüncelerini açıklıyordu okura.
Onat, esere 20 sayfalık
muhteşem bir poetikayla başlıyor. Bu harika başlangıç romanın çoksatar
listesine girememesi için de ilk işareti veriyor aslında. Bu kanıya nereden mi
varıyorum? Yazarımız haliyle manifestoda okuru şiirsel bir kavram fırtınasına
tâbi tutuyor. Bu poetik duruş ve kavram fırtınası zamanın kültleşen pek
çok eserinde olduğu gibi eserin bir adım geriye düşmesine neden oluyor.
(Yayıncı ve klasik okur gözünde) Bu geri düşmeyi yanlış anlamamalı ve
durumun doğal olduğu düşünülmeli. Bir edebi derdi olan pek çok eserin
yayımlanma, okurla buluşma aşamalarını aklınıza getirin ne dediğimi
anlayacaksınız. Keza yazar da durumun bu şekilde gelişeceğinin öylesine
farkında ki karakteri Âdem’e durumla ilgili söylemek istediklerini şu şekilde
söyletiyor:“Piyasa işi popülarite kokan metinleri allayıp pullayarak doğru
düzgün redakte dahi etmeden çoksatar listelerinin tepesine yerleştiren hangi
ağa babasının cepleri doluyor?”Yazar, okur kitlesinin böylesine bir poetik
romana hazır olmadığını şu sözlerle özetliyor “ Yetmiş milyonu aşkın
nüfusa sahip bir ülkede, asgari kültürel donanım sahibi kişilerin oranı yüzde
on beş bile değilse daha neyi anlatalım cancağızım?”Onat kendi için başarının
ne olduğunu Âdem Yoksun’a şöyle söyletiyor ve büyük kitlelere ulaşmaktan daha
büyük dertlerinin olduğunu hissettiriyor: “Sanatta başarının iki yolu
vardır, üç değil; ya hiç denenmemiş bir şeyi denersin ya da önceden denenmiş
bir şeyin daha iyisini yapmayı.”
Dikkat ederseniz
kahramanımız şair Âdem şiir özelinde konuşsa da Türk ve dünya edebiyatında
başarı ve estetik kıstasına isyan ediyor ve hepsine inat olması gerekenleri
inci taneleri gibi diziyor satırlara: “Hep gösteriş, riya, tekebbür.
Kur’an-ı Kerim çarpsın ki tiksindim. Şair olmaktan daha acı bir şey var; şair
gibi gözükmeye çalışanlara tahammül etmek!”
Üslubun
zorlayıcılığına ilişkin son tespitlerimizi ve yazarın bunu bilerek isteyerek
yapışını yine Polat Onat’ın Âdem’e söylettiği şu sözlerle
ispatlayalım: “Şiir Kitabım ve Önsözü adlı bu çalışmamı okuyan birkaç
insanı, şöyle iki dakika sarsabilsem, bir damla gözyaşı döktürebilsem, en büyük
hedefime ulaşmışımdır. Bu az şey değildir kardeş.”
Âdem Yoksun’un iç
acıtan zaman zaman da tebessüm ettiren isyanı itiraf etmem gerekirse beni kitap
boyunca sarstı. Şiire bunca kafa yoran bir başka insanı da eminim aynı derecede
sarsacak hatta eserlerini edebiyat dünyasının o iğrenç çöplüğünde parlatmaya
çalışıp da kapıların yüzüne kapandığı şiir gönüllülerini ağlatacaktır. Âdem’de
birçoğu kendi şairlik serüvenini görecektir belki de.
Eser projesi, günümüz
Türk edebiyatının artık sadece çoksatar listelerini hedefleyen ve kabak tadı
veren klasik kurgularına edebi bir isyan niteliği taşımaktadır. İsyanın temel
hedefi şiir ve şiirin tüm unsurları (dergiler, yayın evleri, yaşlı
şairler,okurlar) olduğundan eser beklediği ilgiyi şiirin iyiden iyiye gözden
düştüğü şu edebi ortamda görmeyeceği aşikârdır. Hatta eser “Epeyce ilginç
bir kitap ismiydi doğrusu. Kitapçının rafında hemen dikkatimi çekti ve paraya
kıyıp satın aldım. Ama eve gidip okuyunca ne yazık ki pişman oldum. Ne idüğü
belirsiz, ne anlattığı anlaşılmaz, epeyce bunaltıcı, okunmama gayesiyle
yazılmış, insanın içini ciddi anlamda sıkan, saçma sapan bir kitap. Aman, sakın
ha! Uzak durup, benim gibi paranızı böyle tuhaf kitaplara harcamak suretiyle
israf etmeyin, derim.” diyecek ve günümüz edebiyat dünyasında ne yazık ki
çoğunluk olarak nitelenebilecek çoksatar listesi okurunca kolaylıkla aforoz
edilecektir.
Ben Âdem
Yoksun’un şiir üzerine ortaya attığı pek çok şeye katılmadım belirteyim. Bu da
apayrı bir yazı konusu olur. Ancak ben karşımda şiir hakkında bana iki tokat
atıp kendime getirebilecek bir taşra çocuğunu –hayali bile olsa yeğdir-
görmekten büyük bir mutluluk duydum. Onun intiharını anlayabildim. Onun zaman
zaman isyana varan serzenişlerinin altına imza attım. Onun şiir dünyasında
itildiği tenhalığı hissettim. Bunlar da zaten bir edebi eserden asgari
beklentilerimi karşılıyor benim.
Edebiyat dünyası
içinde Adem Yoksun’un Şiirleri nerelere gelebilir bunu şimdiden kesin çizgilerle
belirlemek çok zor ama sanırım Âdem’in şu sözleri bizim hangi ışığı takip
etmemiz gerektiğini iyi anlatıyor: “Neyse ki zaman en adil eleştirmen
olmuştur”
Murat Gil
Kitapçı Dergisi, Ocak-Şubat 2014
Sayı: 9, Sayfa: 40-41-42
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder