BEŞİNCİ MEVSİM BAHARDIR
Bir tohum düşüyor
toprağa, ihtişamlı bir ağacı içinde barındıran bir tohum... Bir güneş doğuyor,
sarp kayaların ardından, göz kamaştırıcı. Bir kan pıhtısı düşüyor ana rahmine, ne olacağı muamma bir kan pıhtısı... Neleri
barındırıyor kainat içinde, ne muhteşem bir sistem, ne akıl almaz bir nizam
böyle ,bir fidan misali yetişmeyi, beslenmeyi temenni ediyor gençlik...
Dört mevsimin baharı oluyor, koca bir ömrün ab-ı hayatı, yok
olan bir asrın vuslatı, özlemi oluyor... Kimi zaman kalbin ücra yerinden yükselen bir sızı oluyor. Ya da ciğerlere
işleyen bir vaveyla...
Ve gençlik... Uzun sandığımız bir o kadar kısa yolculuk... Öyle bir rüzgar ki poyraz misali sert ve hırçın, bazen de samyeli gibi
sıcak ve şefkatli. Patikalı bir yolun tatlı esintisi meltemi... Öyle bir fener ki ışığı hiç sönmeyen, aydınlatabilene engin bir derya... Firdevsi diyor ya: "Gençlik bahar, ihtiyarlık
kışa benzer. Öyle bir kış ki arkasından bahar gelmeyecek!"
Bahara hasret
duymamaktır, her mevsimi bahar
yaşamaktır aslında gençliği dirilten... Öyle yaşamak ki, seneler takvim
yaprakları misali biriktiğinde ’keşke’lerle değil ‘iyi ki’lerle maziyi
anacak. Tebessümler diriltecek yıllar
sonra çizgiler düşen yüzleri... Öyle yaşanacak ki yıllar dolu dolu,
albümler gözleri yaşarttığında, can
verecek, iksiri olacak gelecek nesillerin. Ömrün en güzel sermayesi olacak, bitmeyen, tükenmeyen bir sermaye...
Öyle bir coşacak ki ırmak misali, kendi yurdundan taşan,
başka milletlere akan, zulmün haykıran sesi, hakikate alkış tutan...
Üstat Necip Fazıl
diyor ya, zifirî karanlıkta, ak sütün içindeki ak kılı fark edecek kadar gözü
keskin; ve gerçek kahramanlık mâdeniyle sahtesini ayırt etmekte kuyumcu ustası
bir gençlik... Kökü ezelde ve dalı ebedde bir sistemin, aşkına, vecdine,
diyalektiğine, estetiğine, irfanına, idrâkine sahip bir gençlik... Nasıl da
vecde kaldırıyor bu dizeler uyuyan yürekleri değil mi? Nasıl da şahlandırıyor
yürüyen ölüleri... Bir çağrı geliyor diriltmek için nesli... Nasıl bir gençlik
diyor peki?
Öyle bir gençlik ki, zulme uğrayan kardeşine inen silleyi
suratında hissetmek... Somali'de,
Cezayir'de, Suriye'de takatsiz kalan bedenlerle yekvücut olmak. Bir tas çorba olmak Afrika'da ölüme
ramak kala çocuğa. Arakan'da yağan bir damla yağmur, çatlayan dudaklarına bir
yudum su olmak sabinin. Merhamet
olmak... Adalet olmak 'Ömer' gibi, ‘Ali’ olmak kılıç misali zulme… Bilal gibi yanık bir ezan sesi olmak,
inletmek arşı alayı...
Hani Muhamedün Resulallah deyince, kesiliyordu
ya nefesi, düşüyordu ya dizlerinin üzerine... Titrek bir ses olmak Bilal
gibi... Ve yine bir gün oturmuş bir köşede ağlıyordu Bilal, Allahın peygamberi
sordu: "Ey Bilal, seni böylesine
ağlatan sebep nedir?" "Ey Allah'ın Resulu, öyle üzülüyorum ki, ben öldükten sonra, arkamdan fatiha okuyacak
bir çocuğum yok." Bunun üzerine şefkat peygamberi cevap veriyordu: "Üzülme
Bilal, benim ümmetim her ezan sesini duyduğunda sana bir fatiha
gönderecektir." İşte, bizi görmeden bize kefil olan Resule layık bir ümmet
olmak...
Meryem olmak... İffet kokmak buram buram, küfre kalkan
olurken arsıza dilsiz olmak, Meryem olmak kirlenen, örselenen dünyalara. Sümeyye'ye Yasir olup şehadet
kürsüsüne oturmak...
Biraz da Furkan
olmak Mavi Marmara da! Annem mi, şehadet mi
demişti ya ikisi de ne tatlı yarab! Ve Anne şehadet daha tatlı geliyor
affet, demişti ardından. Furkan gibi şehadet marşı olmak sinelerde...
Kimi zaman
yanmak Mevlana gibi Şems'e, yandıkça hayat bulmak, dirilmek... Aşığına maşuk olmak, püryan olmak
sevdasına... Ve Akif olmak Asım'ın nesline!
Diyordu Akif;
Asımın
Nesli diyordum ya, nesilmiş gerçek
İşte çiğnetmedi namusunu
çiğnetmeyecek
Şüheda
gövdesi bir baksana dağlar ,taşlar.
O rüku
olmasa dünya da eğilmez başlar.
Akif diyorsa bize ne hacet bir tek rüku da eğilsin başlarımız... Eğmeyelim başlarımızı, eğdirmeyelim, dik dursun her daim... Gökyüzünü selamlar,
bulutları kucaklar gibi...
Bizler ki Kanuni'nin, Akif’in, Necip Fazıl’ın büyüttüğü bir nesil, bizler ki Çanakkale'de
destan yazan, kınalı Mehmetlerini vatana kurban olsunlar diye, ellerine kına
yakıp savaşa yollayan anaların nesli... Kar, kış, kıyamet demeden Sarıkamış'ta 125
bin askerin, şehadet uykusunu uyudukları ecdadın nesliyiz… Bizler Asım'ın
nesliyiz!
Kolay değil destan olmak, kolay değil tarih yazıp sinelere dokunmak. Lakin
izlerini sürmek adına bizimde umutlarımız var. Gelecek vadecek yarınlarımız,
hak uğruna evlatlarını şehadete yollayacak
analarımız var. Zulme uğrayan her
millete biz de buradayız, diyecek yüreklerimiz var! Aşık Veysel misali
inleyen sazlarımız, candan çıkacak nidalarımız var.
Dört mevsimde hazan
yoktur bizim için, beşinci mevsimi de bahar yapacak iklimlerimiz var! Yarınlar
bizimse şayet, yarınlara demet demet, her dem taze güllerimiz var... Vakit durma vakti değildir ey
yolcu! Nefesimiz yetene kadar hakka koşacak sinelerimiz var! Umuda çelme
takmasın yarınlar, katran gecelerden sonra doğacak güneşlerimiz var... Kaldırın
bedbaht cümleleri sandıklara, kilitleri okyanuslara gömülü yüreklerimiz var!
Musalla taşına
erteleme günahlarını, gözyaşlarımızın şahitlik edeceği veballerimiz var! Eğreti
kalır tüm temenniler onsuz, yolsuz mu kaldım,rehbersiz mi kaldım diyorsun.
Kalk
ey yolcu yolsuza yol olacak, Muhammed
Mustafa’mız var...
SÜMEYYE FIRAT
SABAHATTİN ZAİM ÜNİVERSİTESİ
PDR 2.SINIF
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder