KİTAP RAFLARINA SIĞMAYAN DÖRT KİTAP: 1.'İhtiyarın Vefatı'
'toprağın altındayım ben silemem
esen rüzgar silsin gözyaşlarını.' (s: 124)
derken bile sıkıntısını belli
ediyor Polat Onat. Zaman gazetesindeki "İhtiyarın Vefatı" konulu söyleşisinde de buna benzer
atmosfer değişiklerinin izlerini; şiirlerinde olduğu gibi yineliyor sık
sık şair: 'Şair olmak için şiir
yazanlar ve şairlikten kurtulmak için şiir yazanlar. Ben hep kendimi
ikinci grupta gördüm.'
Edebiyat ortamında olmaktan
duyduğu rahatsızlığın kaynağını nerede aramak gerekli? Öncelikle doğuda
öğretmen olarak görevini sürdürmenin zorluğu diye düşünsek, ya da Bursa'da
okuduğu öncelikli dönemin yarattığı sıkıntılar, çok çocuklu bir
babanın genç yaşta aldığı yükün tutuşması mı üzerinde seyreden? Bu
tür sıkıntılı us yapısına kavuşmanın arasında gezinen...
Kitabın temasının ihtiyarlık
ve vefat oluşunda da aynı sıkıntı yatıyor bence. Sanki şair, bu kadar
yükün altında öleyim daha iyi, der gibi. Ya da ölümün ötesinde yaşamı
seyretmek daha dinlendirici dercesine bir telaşı, bıkkınlığı önümüze
taşıyor: 'Fakat unutmayalım ki
hepimiz ihtiyarız, gençler az ihtiyar, yaşlılarsa çok ihtiyar!'
(aynı söyleşiden)
Polat Onat'ın bu kadar
ihtiyarlık dillendirmesi yapmasının altında türlü öbekler yatıyor daha. 'farklı bir şiir yazıyorum'
dediği yerin altına şu notları düşebiliyor: 'yazıyorum / görselliği ön plana koyarak / olmayan okura lirik şölen'
(s: 22) Buradaki -olmayan okura- söylemine dikkat. Kısaca Onat'ın memnun
olmadığı düzen içerisinde okur da var bir türlü. Onu olmayan sınıfına
sokmakla, hıncını alır gibi. Ve sunduğunun bir şölen olduğunda ısrarlı.
Diyor ki; yazıyorum, beni anlamıyorlar. Bu yüzden şiire tersinden başlamak
cüretini gösteriyor. Belki ihtiyarlık irdelenmesinin altında, beni yordunuz,
ihtiyarlattınız söylemi saklı.
Kah 'köhne bir huzurevinde' (s: 21), kah 'absürdlüğe ve zırvalamaya' (s: 17) varan bir söylemle
yaklaşıyor. Burada şiirsel dokuyu pek dikkate almadan şiire sokuşturduğu
bilimsel deyimlerin cesurca kullanılışına dikkat. Gerek şiirsel dokuyu
önemsememe, gerek parçalama edimlerine varan bir muhalefet gizli Polat
Onat'da. Ortaya çıkıveren bir görünmez kavga!
'ölüme beş kala ancak böyle dizeler çıkar
acemi ve ihtiyar bir şair müsveddesinden
sığmıyor yalnızlık yazdığım hiçbir kâğıda' (s: 26)
Kendini bu denli aşağılayan,
şiir dünyasını, şair kalmayı hor gören şairden ancak kendine itiraz
dizeleri beklenebilir. Bu konuda seçtiği yol doğru. Beşiği tabutla,
kundağı kefenle, rahmi toprakla özdeşleştiren şairin düzyazıya at koşturduğu bu
şiir cinsi, bize biraz da varoluşçu simgelerin sonucunu anımsattı. David Fincher'in yönettiği "Benjamin Button” filmi Oscar'dan
dönmüştü; çünkü ihtiyarlıktan gençliğe dönen birinin ters öyküsünü
anlatıyordu. Polat Onat'daki
bu tematik olgu da pek farklı değil:
'yaşım seksen oldu geçen bahar
halen geceleri uyuyabilirsem eğer
annemi görüyorum rüyamda bana mama hazırlarken' (s: 39)
Her türlü sıkıntı yaratan
evrenine karşın ilginç bir kitap "İhtiyarın
Vefatı". Kah gezdiği, görev yaptığı yöre öykülerini sinesinde
barındıran, kah yaşadığı bunaltıcı hayata bir çığlık nidası veren bu
şiirler, geleceğin ölülerini birleştirerek, kimi dizelerini küçümseyen
şiir dostlarına bir yanıt niteliğinde...
'en yüce nimet / ey ekmek' (s: 44)
'hoşgeldin ey kıyamet günü' (s: 47)
'müsaadenle gideyim / hakkını haram et' (s: 92)
gibi dinsel kaynaklı
kavramları da şiirine dahil eden Polat Onat'ın ihtiyarlık sürüncemesi bir
sıkıntının patlayışından izler getiriyor önümüze. Yer yer kısa tuttuğu
dizelerle bile kaynak aradığı bu açmaz sonunda onu boğacak mı? Orasını bu
tür ölüme yakın yerde duran bir şiir belirlemez elbet. 86 yaşından
sonrasına kadar 'buraya kadarmış'
(s:91) diyerek inen ozanın bazen öldükten sonrayı yazması karşısında şu
soruyu imlemiş duruyorum böylesi şiirler karşısında? Polat Onat bundan sonra
neresini yazacak. Bulutlar ötesi mi kaldı işin ucunda? Kendi bunun nasihatini dizelerle
söylüyor zaten:
'sabah açken kuru üzüm ye öğünler aynı saatte
ekmek pirinç un şekerden uzak dur katı yağ zararlı
ölmemeye çalış' (s: 74)
Polat Onat bu haliyle ilgiyi
üzerine toplamayı başaran, ama okuru ve şiirseveri bir tomar sorunla
boğuşmaya, hesaplaşmaya bırakan bir ozan resmi çiziyor. Siyah ve kırmızı
çelişkilerle...
Hüseyin PEKER
Mor Taka Dergisi, Kış 2012, Sayı: 17
teşekkürler paylaşım için enteresan ve güzel bir yorum.. başarılarının devamını dilerim
YanıtlaSilPOLAT KARDEŞ..
YanıtlaSilTANIŞTIĞIMA MEMNUN OLDUM.
ÇOK HOŞ PAYLAŞIMLAR ELLERİNE SAĞLIK
KOLAY GELSİN...
BANA DA BEKLERİM...