EKSİK PARÇA YOLCULUĞUM:
TAŞRADAN UZAKLAŞMAK
Evi,
işi ve tüm sosyal çevresi iki kilometrekare içinde sıkışmış, bir taşra
münzevisine en zor gelen şeylerden biri nedir bilir misiniz? Yolculuk. Hayatın
rutin akışından büyük bir keyif alan, monotonluğu bozucu sürprizlerden pek hoşlanmayan
bir taşralı için, İstanbul seyahati ancak zorunluluk içeriyorsa ya da önemli
bir işlev taşıyorsa katlanılırdır. TRT'deki "Eksik Parça" programı
yapımcılarından Alev Çağlayan hanımın davetini de bu nedenle kabul ettim.
Taşradan birkaç günlüğüne çıkış gerekçem, televizyonda "taşra hakkında
konuşmak" gibi, bir nevi tuhaf bir paradoksu içeriyordu.
Öğleden
sonra Batman'dan uçağa bindim ve bir buçuk saat sonra, bin yüz on bir kilometre
ötedeki İstanbul'daydım. Havaalanında beni bekleyen TRT'nin aracıyla, on
kilometre ilerideki Ortaköy'deki çekim stüdyosuna varmamız ise, trafiğin
yoğunluğu nedeniyle iki buçuk saat sürdü. Yani kısacası, Türkiye'nin bir
ucundan diğer ucuna uçakla gitmek, İstanbul'da birkaç semt ileriye arabayla
gitmekten daha az yorucu oluyor. TRT'nin servis aracını süren şoförle, sıkışık
trafikteki bu iki buçuk saatlik yolculuğumuz sırasında güzel bir sohbet ortamı
oluşturduk. Şoför arkadaşın memleketi Batman'mış. Yol boyu hep ilgi çekici
konularda konuştu, ben de dinledim.
TRT'nin
binasına vardığımızda hava kararmıştı. "Eksik Parça" belgeseli
program ekibi Alev Çağlayan hanım, Birsen Hatipoğlu hanım, Zafer Sevener bey,
beni güler yüzle karşıladılar. Sıcakkanlı ve samimi yaklaşımları ile hemen
ortama adapte olmamı ve yabancılık çekmememi sağladılar. Kameraman Zafer bey
stüdyodaki gerekli düzenlemeleri çabucak tamamladı. Kısa bir hazırlıktan sonra
program çekimine başladık. Alev hanım ve Birsen hanım taşra olgusu hakkında
birbirinden orijinal ve ufuk açıcı sorularıyla programı yönlendirdiler. Ben de
yolculuk nedeniyle ağrıyan başıma rağmen, yöneltilen soruları mümkün olduğunca
ayrıntılı cevaplamaya çalıştım.
Çekimleri
tamamladıktan sonra ekiple vedalaşıp, kalacağım otele gittim. Taksim'deki otele
eşyalarımı bırakıp, İstiklal Caddesinin o susmaz uğultusu içine attım kendimi.
Benim gibi taşradan gelmiş melankolik biri için, İstiklal Caddesinin ışıkları
ve gürültüsü ilk on dakikalık şaşkınlığın ardından her zaman bir eziyete
dönüşür. O saatlerde, cadde üstündeki YKY kitabevinin sessizliği ve tenhalığı,
benim için hoş bir sığınak olmuştu. Kitapların arasında epeyce dolaşıp durdum.
Ve uzun zamandır aradığım ama bir türlü edinemediğim Oktay Rifat'ın bende
olmayan bir şiir kitabına rastladım. Kitabı sevinçle satın alıp, yavaş
adımlarla kalacağım otele doğru yürümeye başladım. Otel odasının hissettirdiği
gurbet duygularının mayhoş lezzetiyle Oktay Rifat'ın kitabını heyecanla açtım.
Nihayet İstanbul'un göbeğinde, biricik taşrama geri dönmüştüm: Kitaplara ve
şiirlere. Ve ardından, bir otel odası uykusunun o serin karanlığı.
İstanbul,
kendini uzakta hissedenlere, devasa bir yalnızlık duyurmakta son derece mahir
bir şehir. Ve İstiklal Caddesi, Anadolu'daki tenha bir dağ köyü yolundan daha
ıssız. Neden derseniz, dağ köyü yolunda tesadüfen bir insana
rastlayabilirsiniz. Ve bu durumda karşılaştığınız o kişiye, sanki bir tanıdıkla
karşılaşmışçasına samimi bir ilgiyle selam verirsiniz. Beraber yol alıp samimi
bir muhabbete yelken açarsınız büyük ihtimalle.
Tedirgince şimdi farkına varıyorum ki, kalabalık içinde bir yalnızlık
daha sancılıymış. Çünkü Taksim'deki muazzam insan seli ve devasa kitle,
birbirine tamamen yabancı ve metropolün olağan gerilimiyle potansiyel öfke
yüklü bir edayla hareket ediyormuş gibi gözüküyor ürkek gözlerime. Yarın
İstanbul'dan ayrılıp taşrama geri döneceğim ve eminim ki İstanbul'dan hiçbir
şey eksilmeyecek.
POLAT ONAT
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder