Polat Onat ve "İntihar Etmiş Bir Taşra Berberinin Şiir Kitabı ve Önsözü"
Polat
Onat ile tanışmamız… “Tanışmamız” dememiz uygun düşmüyor. Çünkü henüz ne
şahsen, ne de telefonla görüşmüş ve tanışmız değiliz. Mecazi anlamda
karşılaşmamız onun “Son” isimli şiir kitabı ile oldu. Polat Onat şiir kitabını
müşterek bir dostumuz olan Özgür Cebeci’nin aracılığı ile gönderdi. “İntihar
Etmiş Bir Taşra Berberinin Şiir Kitabı ve Önsözü” kitabı da aynı yoldan Polat
Onat tarafından imzalı olarak geldi. Müşterek dostumuz, önceki kitabında olduğu
gibi bu kitabına da eleştiri beklendiğini bildirdi. Son’a bir eleştiri
yazamadık. Yazamamamızın nedeni, boş verme veya tembellik değildi. İlle de bir
neden söylememiz gerekiyorsa buna “çekingenlik” diyebiliriz. Yani çekindik.
Kendimi anlamadığım şiirler üzerine eleştirel bir yazı yazmaya yetkili
görmedim. Çekindim ve yazamadım. Kendimi niye yetkili görmedim? Öncelikle
şiirleri anlayamadım. İnsanın bir şiiri beğenmesi ve hatta beğenmemesi için
anlaması gerekir. Anlayamadığımız, anlayamadığımız için hoşlanamadığımız bir
şiir için yazı yazmak zor olabilir ama bir bakıma haddi aşmadır. Biz o haddi
aşmamak için çok dikkat ederiz. Bir edebi tür olarak şiiri, konuşulan dilini
iyi bilmediğimiz yabancı bir ülkeye benzetirim. Beğendiğim şiirler, beğendiğim
şairler çoktur. Yani şiir sanatından hiç anlamayan, zevk almayan bir kişi
değilim. Bir ölçüde şiirden de anlarım. Ama her şeye karşın şiir üzerine
yazarken kendimi çok tedirgin hissederim. Bu tedirginlik sanırım bendeki bir
yetersizlik duygusundan kaynaklanıyor. Şiiri bütün boyutları ile
değerlendirememekten, hakkını tam verememekten korkuyorum. İnsanlar
eleştirmenin dünyanın en kolay işi olduğunu sanırlar. Bu rahatlık ile
kolaylıkla çizmeden yukarı çıkıverirler de farkında olmazlar. Eleştirirken
kendileri eleştirilmeye müstahak olurlar. Almanya’da yaşayan değerli dostum,
hemşerim Ozan Armani mahlaslı, Agop Yıldız bana “Mülteci Sayıldım Kendi
Yurdumda” şiirini göndermişti. Şiiri çok beğenmiştim. Ama şiirin adı beni
resmen vurmuştu: Mülteci Sayıldım Kendi Yurdumda… Agop Yıldız böyle güçlü bir
ifadeyi söylemiş olabilir mi? Kendisine bir şey demedim ama başka bir güçlü
şairden almış olabilir mi diye kuşkuya düştüm. Bunu bilse bilse sevgili
arkadaşım İsa Kahraman bilir diyerek ona gönderdim. Kendisinden bu şiiri
değerlendirmesini istedim. Güzel bir değerlendirme yaptı. “Buna benzer şu
şairin şöyle bir şiiri vardır” demedi. Şimdi akıl edip google’dan soruşturdum.
Karşıma hep Agop Yıldız çıkıyor. Bunu şiir konusundaki çekintimin bir örneğini
vermek için anlatıyorum? Ben de merak çok… Resme de meraklıyım. Klasik
ressamları da beğenirim ama en fazla empresyonist ressamların cıvıl cıvıl
renkler ile bezediği resimleri hoşuma gider. Şu an kitaplığımda Raphael,
Doumier, Watteau, Rubens, İngres, Leonardo da Vinci, Michelangelo, Renoir,
Constable, Degas, Toulouse Lautrec, Manet, Monet, Turner, Gainsborough, Gauguin
ile ilgili kitaplar var. Yani resim konusunda sıradan insandan biraz daha fazla
bilgi ve zevk sahibi olduğum söylenebilir. Buna karşın, kübizm, sürrealizm,
modern resim gibi çeşitli adlar verilen resim akımlarını anlayamıyorum.
Çağımızın en büyük ressamı sayılan Picasso’nun resimlerini anlamıyorum ve
beğenmiyorum. Ama ben anlayamadım diye “bu ressam iyi değildir, resimleri on
para etmez” diyebilir miyim? Dersem kendimi resmen rezil etmiş olurum.
Resimleri başyapıt sayılıyor. Adamın eskizleri bile dünya kadar para ediyor.
Şiir konusunda da böyle... Beğendiğimiz, kitabını aldığımız şairler var.
Lisedeki edebiyat hocamızın gayreti zor olanı başardı ve bize divan edebiyatını
da sevdirdi. Aruz vezni ile yazılmış bir şiiri de hece ile yazılan şiiri de
seviyoruz. Aklımızda hala böyle bir birkaç beyit, dörtlük bulunuyor. Her ne
kadar ezberimizde değilse de serbest vezinle yazılmış bazı şiirler de hoşumuza
gidiyor. Ama bu bize elimize aldığımız bir şiiri anlayamadık diye eleştirme,
yerden yere vurma hakkı vermemeli. Ama ne yapalım ki Polat Onat bizi buna
zorluyor. Ona karşı bir eleştiri borcumuz var. Bu yazı ile bunu ödemeye
çalışıyoruz. Buraya kadar yazdıklarımız da o eleştirinin giriş bölümü
sayılabilir. Yaşlandık. Artık bir kitabı okurken, yazarını da okuyoruz. Yazar
kimdir, ne yazmış, nasıl yazmış, niye yazmış onu da anlamaya çalışıyoruz. Polat
Onat 1979 İstanbul doğumlu… Samsun 19 Mayıs Üniversitesinde Sınıf
Öğretmenliğini bitirmiş. 2000’de şiir yazmaya ve çeşitli dergilerde bunları
yayınlamaya başlamış. “Son” ve “İhtiyarın Vefatı” isimli iki şiir kitabı var.
Son kitabı “İntihar Etmiş Bir Taşra Berberinin Şiir Kitabı ve Önsözü” çok
farklı. Farklılık 164 sayfalık kitabın yüzde 70’ini oluşturan 114 sayfalık
önsözünden kaynaklanıyor. 44 şiire 114 sayfa önsöz… Kitabın adı ilginç:
“İntihar Etmiş Bir Taşra Berberinin Şiir Kitabı ve Önsözü” Arka kapakta: “Bu
kitap acaba ne? Monolog tarzı tuhaf bir oyunsal uzun hikâye mi? İronik bir
postmodern kısa roman mı? Mükemmel imgelerin billurlaştığı dramatik bir intihar
mektubu mu? Spesifik bir novella denemesi mi? Ben bunların hepsi de doğru
demeyi tercih ederim. Ama son kararı her zaman olduğu gibi yine siz
vereceksiniz. Evet, siz… ÂDEM YOKSUN” yazıyor. Haydaaa… Kitabı yazan Polat Onat
değil mi? Kuşkuya düştük. Kitabın son sayfalarında Âdem Yoksun’un hayatının
kısa bir öyküsü verilmiş: Âdem Yoksun 1972 yılında Nevşehir’in Kozaklı
İlçesinin Yunak Kasabası’ndan doğmuş. Babası çiftçi, annesi ev kadını, İlk ve
ortaokulu burada, liseyi Çankırı Korgun Endüstri Meslek Lisesi’nde okumuş ama
bitirmeden memleketine dönmüş. Askerliğini Ağrı Patnos’ta yapmış. Askerlikten
sonra berberliğe başlamış. Okumaya, yazmaya başlamış ve yazdığı şiirleri
Kozaklı’nın Sesi, Nevşehir Hâkimiyet, İç Anadolu Haber gibi yerel gazetelerde
yayınlamış. 2010 yılında bilinmeyen bir nedenle hayatına son vermiş. Altında
bir açıklama www.biyografi.com sitesinden alınmıştır. Âdem: Yani adam, yani
insan… Yoksun: Yani bazı şeylerden
nasibi olmamış mı veya gerçekte mevcut değilsin, sen sanal bir roman
karakterisin mi? Acaba? Adı ve soyadı sanal görünüyor ama Âdem’in kısa hayat
öyküsü ise çok gerçek görünüyor. Karara varamıyoruz. Sonra yayıncının notunu
inceliyoruz: “Batman’da yaşayan Son ve İhtiyarın Vefatı adlı şiir kitapları
ilgiyle karşılanmış olan Şair Polat Onat, imzalı kitap aramak için uğradığı
sahafta Âdem Yoksun adlı bir berbere ait şiir dosyasına rastlamış ve içinde
birbirinden ilgi çekici tespitleri fark edince çok heyecanlanıp bize
yollamıştı. Âdem Yoksun intihar ederek bu dünyadan ayrılmadan önce şiir
dosyasının başında önsöz olarak yer verdiği, ilginç bir roman olarak da
okunabilecek bir manifestoya imza atmış meğerse…” Sonra; bundan sonrasını
anlatan; Polat Onat’ın; Âdem Yoksun’un özgün çalışmasından nemalanır görünmemek
için adını vermekten çekindiği ama sonra ikna edilerek adının kitaba
konulmasına razı olduğu açıklaması ve teşekkür. Âdem Yoksun’a rahmet… Âdem
Yoksun semboller içeren adına karşın gerçek görünüyor. Ama öte yandan şair
olarak bildiğimiz, arada ortak dostumuz olan Polat Onat… Polat. Onat.
Şiirlerinin hiç birinde kafiye yok ama adı ve soyadı kafiyeli… Acaba takma bir
isim mi? Sanat ve edebiyat dünyasında takma isim kullanma âdeti hem eski hem de
yaygındır. Yoksa Polat Onat’ın gerçek adı Âdem Yoksun mu? Ya da tam tersi… Biz
Âdem Yoksun’u sanal bir kişilik sanırken Polat Onat mı sanal bir kişilik? Daha
kitaba başlayamadan ikileme düştük. Kitabın başında “spesifik bir novella
denemesi” açıklaması var. Nedir novella? Daha önce duymadığımız bu sözcüğün ne
demek olduğunu öğrenmek lazım. Pars Tuğlacı’nın 6 ciltlik, 3 bin sayfalık
Okyanus Ansiklopedik Sözlüğüne bakıyoruz. Yok! Ferit Devellioğlu’nun Osmanlıca
Lügat’inde yoktur zaten. Bakmıyoruz. Bateş’in seksenli yıllarda yayınladığı
Büyük Türk Sözlüğü’nde yok. Son olarak Türk Dil Kurumunun güncel sözlüğüne
müracaat ediyoruz. Nedir bu “Novella” diye soruyoruz. Ne çıksa beğenirsiniz? "novella
sözü bulunamadı. 26 Eylül 2006 tarihinden itibaren 90.141.357 kez söz
arandı." Arayan bulurmuş. Sözlüklerde bulamadık ama Büyük Larousse’da
bulduk. Daha önce aynı imparator döneminde yayınlanmış bir yasaya sonradan
eklenen temel yasa. Bizans imparatoru emirnamesi. Sonra bir alt açıklama
buluyoruz: “Novellino.” Floransa’da hazırlanan anonim İtalyan öykü derlemesi.
Daha kitaba başlamadan bizi böyle zorlayan gerçek görünen Âdem Yoksun mu, yoksa
Polat Onat mı bilemiyoruz. Elimize aldığımız kitabın bir şiir kitabı mı, yoksa
adını bile zorlukla öğrenebildiğimiz yeni bir edebi tür mü anlayamadık. Ama
esas zorluk okumaya başlayınca karşımıza çıktı. Okuyoruz, okuyoruz ama bir şey
anlayamıyoruz. Önce bir ölçüde anlaşılabilir cümleler bize hoş geldin diyor.
Yazar kitap bitince intihar edeceğini ve dikkatle okunmasını istiyor. Biz de
onun dediği gibi yapıyoruz. Olanca dikkatimizi vererek bu hayat memat
cümlelerini okuyoruz. Ama giderek okuduğumuz cümlelere anlam vermek zorlaşıyor.
Anlam veremediğimiz cümleleri dönüp tekrar okuyoruz. Olmadı. Bir defa daha
okuyoruz. Gene anlayamıyoruz. Bir tuhaflık var. Cümleleri ayrı ayrı
inceliyoruz. Sözcükler doğru kullanılmış. Görünürde bir olağan dışılık
görünmüyor. Ama cümleler birbirine devamı değil. Bu cümleler peş peşe gelerek belirli bir
fikir oluşturmuyor. Her bir cümle farklı telden çalıyor. Hepsi bir araya
gelince anlayabileceğimiz bir şarkı çıkmıyor. Giderek direncimiz, okumak için
kararlılığız azalıyor. Kaç sayfa oldu diye bakıyoruz. Önsöz denen bu bölüm kaç
sayfaydı bakıyoruz. 114 sayfa. Bırakıversek mi acaba? Kendi kendimizle bir
mücadele başlıyor. Bırakıvermekle bırakmamak arasında bocalayıp duruyoruz.
Şimdilik ara vermekte karar kılıyoruz. Okumayı bir başka geceye bırakarak
kitabı kapatıyoruz. Kapatıyoruz ama ayracı koyduğumuz sayfada paragraf arası
verilmemiş. Dönüp şöyle bir bakıyoruz. Bölüm ya da paragraf araştırıyoruz.
İnanılır gibi değil. 114 sayfalık metinde bölüm yok hatta bu kadar uzunu
paragraf sayılırsa tek bir paragraf…
Hadi anlaşılır, akıcı bir metin olsa, neyse başlar bitirmeden
bırakmazsınız. Öyle değil, anlamak için aynı cümleyi tekrar tekrar okumak.
Olmadı deyip cümlenin bölümlerini ayrı ayrı okuyup anlamaya çalışmak… İnsanda
sabır, tahammül bırakmıyor. Her gece bırakmak bırakmamak ikilemi arasında
kararsız geçen yaklaşık üç hafta… Haftada bir bazen iki kitap okuyan bir kişi
için bir kitabı okumaya hasredilen 21 gün… İleriki sayfalarda ilgili şiirin adı
ve sayfa numarası koyu renkle verilmiş. Şiiri de anlayamıyoruz. Belki anlarız
diye bu cümlelerle birlikte karşılaştırmalı olarak şiiri okuyoruz. Bu çabamızın
da bir yararı olmuyor ama ayracı tam bu sayfalara koyuyoruz. 114 sayfalık
metnin içinde ayırmak için tek şey bu şiirlerin adının ve sayfasının bulunduğu
yerler... Mademki Polat Onat veya rahmetli Âdem Yoksun benden bir eleştiri
bekliyor. Bu eleştiriyi bana saç baş yolduran bu önsöz tarzında, onun kadar
uzun ve paragrafsız bir metin olarak yapıp, intikam almak isteği aklıma düştü.
Bilmem ki başarabilir miyim? Ama o kadar uzun yazmak için zaman bulacağımdan
emin değilim. Yazabildiğim kadar yazmak ve yazdıktan sonra bütün paragrafları
birleştirip tek bir metin olarak göndermeyi deneyebilirim diye düşündüm. Eğer
sabredip bu satırlara kadar okuyabilseniz, siz paragraflı, bazı bölümler
koyulaştırılmış olarak okuyorsunuz. Ama yazar Polat Onat’a düz bir metin, tek
bir paragraf olarak göndereceğim. Biraz da kitaptaki yazar veya yazarların
üslubundan söz edelim: Yazar ne Arapça-Farsça bırakmış, ne de İngilizce ile
Fransızca bırakmış. Osmanlıca lügati de Türkçe Sözlüğü de paramparça etmiş. Ben
kendi payıma İngilizcesi yerine Arapçasını, Arapça yerine Türkçesini yeğlerim.
Ama kitapta henüz sözlüklere geçmemiş sözcükler bile var. Nerede başladığı,
nerede bittiği belli olmayan uzun cümleleri anlayacağım diye kendini zorlarken,
bu sözcük çeşitliliği insanda manevi bir işkence duygusu uyandırıyor. Rastgele
bir örnek verelim: “Yaşça kendimden küçük herkesi genç telakki etmek gibi
kuruntulardan kurtulmam şu aşamada zor görünüyor. Sağır insanların güzel
şarkılar söylediğini hiç duymadım. KALEM (Sayfa: 154) şiirime nikbin
mülahazalarla mütalaada bulunursanız, müşahhas manada müştak kalacağım.
Elektrik faturalarında kayıp-kaçak oranlarının düşürülememesi ve bedellerinin
abonelere yansıtılması içimde her dem kanayan yaradır. Hava kirliliği desen,
ozon tabakasındaki deliğin genişlemesine müteakip, küresel ısınmanın etkileri
sürekli yukarı seviyelere ulaşıyor…” Yazı aynen böyle sayfalar boyu,
psikiyatrinin “dikişsiz konuşma” dedikleri türden, cümleler katarı olarak devam
ediyor da ediyor. Bu satırları okuyan bir psikiyatrist yazarın ciddi
psikiyatrik sorunları olduğunu hemen anlayabilir. Eğer zavallı adam intihar
etmekte acele etmeseydi ve yazdıkları bir psikiyatrist tarafından okunmuş
olsaydı, belki de intihardan vazgeçirilebilirdi. Rahmetliye yazık olduğunu
düşünüyoruz. Ama intihar ederek acılarına son verdiğini bir bakıma kurtulduğunu
da düşünmek mümkün. Kitabın tamamı bu şekilde mi diye soracak olursanız; arada
bize derin bir mutluluklar veren, ne demek istediğini bir okuyuşta
anlayabildiğimiz bölüm diyemiyoruz, çünkü bölüm yok, cümleler var. Birincisi ev
sahibi hanım teyzenin konuştuğu cümleler, ikincisi de Âdem Yoksun’un trenle
yaptığı yolculuğun anlatıldığı cümleler. Ama ne yazık ki onlar da pek fazla
değil. Bu cümleler su altında kalmış birine nefes alma fırsatı gibi tarifi
imkânsız mutluluk molası oluyor. “Bende bir sorun yok” diye düşündürtüyor.
Sorunun metinde ve bu metnin yazarında olduğunu hissettiriyor. Bu kitabı okumak
veya bırakmak ikilemlerini yaşadığım gecelerde aklıma Peyami Safa’nın “Bir
Tereddüdün Romanı” romanı geldi. Bu romanı ilk olarak öğrenciliğim sırasında
biraz da bunalımlı günlerimde okumaya çalıştım. Kaç defa elime aldım kaç defa
iç bunaltıları ile bıraktım bilemiyorum. Psikolojik roman türünün en güzel
örneklerini veren bir yazar olarak Peyami Safa okuyucusuna bunalımı derin bir
şekilde hissettirir. Fakat kitabın başındaki bunaltıcı hava ileri bölümlerinde
dağılır. Ama “İntihar Etmiş Bir Taşra Berberinin Şiir Kitabı ve Önsözü”
başladığı gibi devam edip, başladığı gibi bitti. Son cümleler: “İpi hazırladım.
Veda edecek sizden başka hiç kimsem de yok zaten. Elveda demenin zor olduğunu
sanırdım ama o kadar da ıstırap verici değilmiş. Size esenlikler dilerim. Bu
kadar yeter. Bana acımanızı istemem. Anlayamadınız biliyorum. Böyle bitecek.
Hayat işte!” Bu önsözü Âdem Yoksun yazdı ise, bu önsöz aslında onun son sözü
olmuş. Âdem Yoksun 38 mutsuz yıl geçirdikten sonra hayatına son vermiş.
Yazdıklarını okuduğumuz zaman birçok şeye karşı isyan duyguları içinde olduğunu
anlıyoruz. Dikişsiz konuşma türünden birbiri ile bağlantı kurulmamış dikişsiz
cümlelerle meramını tam olarak anlatabildi diyemeyiz. Yazdıklarını bir uzman
psikiyatrist daha iyi değerlendirebilir sanıyoruz. Eğer kuşkulandığımız gibi
Âdem Yoksun diye biri yok ve bu önsözü Polat Onat yazdı ise iyi bir iş
çıkarmış, hayali bir kahraman ve marazi bir tip olarak Âdem Yoksun’a oldukça
gerçekçi bir kişilik kazandırmış. Kabul etmeli ki bu azımsanacak bir başarı
değildir. Biz kitapla bu kadar meşgul iken, Zaman Gazetesi Polat Onat ile bir
röportaj yapmış. Onlarda bir karara varamamış olmalı ki; röportajın başlığı
“Bir edebi oyun mu, veda mektubu mu?” şeklinde bir soru… Röportajda “Polat
Onat’ın yeni kitabı hem edebi bir oyun, hem de bir şairin manifestosu olarak
okunabilecek ilginç bir eser” olarak takdim ediliyor. Polat Onat da “Herkesin
yaptığı şeylerin en iyisini yapmaktansa, hiç kimsenin denemediği şeylerin en
kötüsünü yapmak daha ilgi çekici ve gerekli gibi geliyor bana. Son ve İhtiyarın
Vefatı adlı kitaplarım günümüz Türk Şiiri’ndeki genel çerçeveye pek uymayan,
etkin çevreler tarafından kısmen yadırganmış çalışmalardı. Dolayısı ile baktım,
bana şiirden pek ekmek yok, şiirlerimi roman kisvesi altında sunmaya sıvandım.
Poetik denemelerimi öykü kılığında dolaşıma soktum diyebilirim” diyerek amacına
açıklık getiriyor. Âdem Yoksun’u da kendine has, takıntılı ve tuhaf bir kişilik
olarak tanımlıyor. Polat Onat’ın söylediklerini anlayabiliyoruz. Âdem Yoksun’u
da niye anlayamadığımızı anlıyoruz. Bu yazıyı intikam duygusu ile uzattıkça
uzattık. Yazımızın bazı bölümleri gerçek, bazıları ise latife etmek için
abartılmış, kimi yerde anlamazlıktan gelinmiştir. Bunları öncelikle Polat
Onat’ın sonra da okuyucunun anlayışına bırakıyoruz. Yazarlık yolunda herkesin
gittiği yoldan gidip gitmemek, Polat Onat’ın kendi tercihidir. Bunu tercih
ettiyse bize bu tercihi eleştirmek düşmez. Ancak yazılanları birileri alıp
okuyacaksa, okuyucuyu bu kadar zorlamak bir tercih olamaz. Marazi bir karaktere
bu kadar başarılı bir şekilde can verebilen kişinin yetenekli olduğu kuşku
götürmez. Yazar bu yeteneğini okuyucusunu bezdirmek için kullanmamalıydı. Özgün
olmaya özgün, ama rahmetlinin monologunun bu kadar uzun tutulması hiç iyi
olmamış. Âdem Yoksun’a Allah’tan rahmet, Polat Onat’a da daha az özgün, ama
daha fazla anlaşılır eserler diliyorum. Çizmeyi aştı isek affola…
AHMET KÜÇÜKBAŞ
25 Şubat 2013 / Sinop
Çok güzel olmuş.... değerli kalemlerin sizi anlatması bizi bile heycanlandırıyorken kimbilir siz neler hissediyorsunuz...
YanıtlaSil