ŞİİRİN BEYHUDELİĞİ VE
DAĞLARCA’NIN ASALETİ
Hemen herkesin kulağına aşina gelen, öğrencilik yıllarında, okul
kitabında rastladığı birkaç şiirini okuduğu bir şair Fazıl Hüsnü Dağlarca.
Bugün, yani 15 Ekim, onun ölümünün üçüncü yıldönümü. Birinci elden
tanıdıklarının çoğunun aramızda olduğu bu dönemde bir "Dağlarca
Belgeseli" projesine ihtiyacımız yok mu? Elbette yok! Hele aradan bir
yirmi-otuz yıl geçsin...
Şiir kolay bir şeydir; herkes
rahatça oturup yarım saatte bir şiir yazabilir! Her insan biraz sevdalıysa, bir
nebze hüzünlüyse birkaç günlüğüne şair kesilir. Belki bazı etkileyici kitaplar
okunmuşsa, etkilenimlerin itelemesiyle bu şairliğin süresi birkaç aya
yükselebilir. Dahası, çevredeki kimi yakın dostların teşvikiyle şairliğin miadı
birkaç yıla yayılır. Dergilerde ürünlerle gözükmeler, bir ihtimal şiir kitabı
yayımlatma... Genel itibarıyla konuşursak; ancak o kadar işte. Sonra hayatın
zoraki sürüklemeleri neticesinde şiirin beyhude lânetinden kaçış, rutinin sakin
sıradanlığına sığınış. Şiir yorar, acımasız bir cendereye sokar heveslilerini.
Yıllar sonra ise "Ben de yazmıştım bir zamanlar" içlenmesiyle
nihayete erer bu serüven.
Bir de karşısında saygı duruşuna
geçilecek bir emek ve sabır dağı var. Bir asra yaklaşan ömrü boyunca şiirin o
ağır yalnızlığını, çıldırtıcı ızdırabını, asil bir tutkuyla sırtlamak... Fazıl
Hüsnü Dağlarca'dan bahsediyorum. Hemen herkesin kulağına aşina gelen,
öğrencilik yıllarında, okul kitabında rastladığı birkaç şiirini okuduğu bir
şair. Bugün, yani 15 Ekim tarihi, onun ölümünün üçüncü yıldönümü. Öldüğünde
genel itibarıyla yazılı ve görsel basınımızda, bir pop şarkıcısının gece
hayatındaki maceraları kadar bile yer kaplamamıştı. Yeterince yadırgatıcı değil
mi bu manzara? Bir asra yakın, hemen tamamı sadece şiire adanmış bir ömür,
yüzden fazla şiir kitabı, acıyla dokunmuş belki on binlerce şiir, göz nuru
dökülmüş yüz binlerce dize... Bir tek kitabı, "Çocuk ve Allah" bile
onu çağımızın en büyük ve unutulmaz şairi olarak anmamız için yeterliydi oysa.
Şiire adanmış ve yalnız şiir için yaşanan bir hayatın, böyle bir şairin ise
toplumda daha büyük bir ilgi, sevgi ve coşku hâlesiyle kuşatılmış olması lazım
gelmez miydi?
Şunu düşünüyorum; Dağlarca'nın
şiirini hemen her kesim belli bir ölçüde mutlaka sever. Hangi dünya görüşüne
sahip olursa olsun, her okurun kendini bulacağı, seveceği şiirleri vardır
Dağlarca'nın. Fakat ne yazık ki, bir bütün olarak, hiçbir siyasi, felsefi,
ideolojik anlayış da Dağlarca'yı bütünüyle sahiplenemez. Çünkü inişleri,
çıkışları, tezatları, yansımaları, labirentleri bunca bol bir şiir, tamamıyla
kabullenilemez, 'kategorize' etmeye alışmış algılar tarafından. Bu, sığlaşmaya
engel teşkil etmesi sebebiyle belki de 'iyi bir şey'dir, kim bilir?
Böylesine velût bir şairin,
niteliği belli bir çıtanın altına hiç düşmeyen, son dönemlerinde derin bir
bilgeliği sessizce kucaklamış şiirleri yeterince yankı bulabildi mi? Hiç
sanmıyorum. Elbette, doğal olarak, kimi kitap tanıtımları, ustaya saygı içeren
dergi dosyaları, dostlarıyla ilginç anekdotlarını kapsayan bazı yazıları,
edebiyat çevrelerinde dolaşımda olan dergilerde yer buluyor, bulacak. Fakat
şairin, hem yerel ölçekte merceğini çevirdiği konuları hem de evrensel boyutta
parmak bastığı temaları, arzulanan ciddiyette akademik bir perspektiften
derinlemesine inceleyen yapıtların yetersizliği net bir gerçek. Dahası birinci
elden tanıdıklarının çoğunun aramızda olduğu bu erken dönemde, kapsamlı ve çok
boyutlu bir "Dağlarca Belgeseli" projesine ihtiyacımız yok mu?
Elbette yok! Hele aradan bir yirmi-otuz yıl geçsin... Acelemiz ne, öyle değil
mi?
Fazıl Hüsnü Dağlarca'nın
vasiyetiydi. Kadıköy'deki apartman dairesi, kişisel eşyaları, kitapları ve
resimleriyle onun adını taşıyan bir müze olacaktı. Adını zaten sağlığında
kendisi koymuştu: "Dağlarca'dan Gökyüzü". Buraya gençlerin gelip
kitap okumalarını, çay-kahve içip sohbet etmelerini isterdi. Keşke bürokratik
işlemler bu kadar uzamasa da "Dağlarca'nın Gökyüzü" bir an önce
açılabilse... Kim bilir, ne kadar mavi gözükür gökyüzü, şairin ışıltılı
gözleriyle yıllarca penceresinden baktığı o evden?
"Şiirin beyhudeliği"..ne kadar güzel bir kavram kazandı dünya dedim..şiiri hayatı yoran bir şey olarak değil de hayatın kendisini yoğuran bir şey olarak algılayan kelime emekçileri şairler bilir ancak,şiirin kıymetini.ama şiir,vurguladığınız üzere,haydi uyduruk bir tahminle,100 kişiden 98'inin ellerinde beyhudliklerde gölgelenir..aslında parçalanır demek isterdim.
YanıtlaSilşiir,adını bile duymak istemediğim eski ve kötü bir dostken hâlâ,zevkle okudum yazınızı.Dağlarca çok şey hak ediyor evet.Ve insanoğlu çok nankördür,cahildir,amenna...
**not/rica;yazı fonu koyu olduğundan ,uzun yazıları okumak isteyen bencileyin piri fâniler için ciddi göz yanmalarına sebeb olabiliyor;bilginize arz ederim..:)saygılarımla..
I wish you a great Sunday my dear... Thanks a lot for your presence and for you are following me. God bless you. Kiss. Luciana Goyaz.
YanıtlaSilDağlarca adına belgesel düzenlenmesi çok hoş olurdu. Yalnızca onun için mi? Ne üstadlarımız var ki kıymetlerini bilmiyoruz, İlhan Berk olsun, Enis Batur olsun, daha niceleri. Onlar için ne yapılsa azdır.
YanıtlaSil