5 Nisan 2011 Salı

Şairlikten Kurtulmak İçin Yazıyorum / Yavuz Ulutürk ile Röportaj (Tam Metin)



'Şairlikten kurtulmak için yazıyorum'


 Yavuz ULUTÜRK 
02.04.2011 / Cumartesi

İkinci şiir kitabı İhtiyarın Vefatı'nda, şiirlerini 'yaşlanmak ve ölüm' teması üzerine kuran genç kuşak şairlerden Polat Onat, Dağlarca'nın 'Çocuk ve Allah' kitabındaki çocuk kavramından esinlendiğini söylüyor. Günümüz Türk şiirinin aktığı yolun dışında bir çizgide seyreden Onat, "Şiir ortamımızın en belirgin sorunu, çoğu şairimizin kendi yazdığı tarzdaki şiiri yegâne şiir olarak görmesidir." diyor. 

Polat Onat, genç kuşaktan, kendine özgü bir şiir kurabilmiş isimlerden biri. İstanbul doğumlu, Batman'da yaşıyor. 2000 yılında şiir yazmaya ve yayımlamaya başladı. Varlık, Akatalpa, E, Heves gibi birçok dergide göründü. 2004 yılında şiir yayımlamaya ara verdi. Uzun süren bir suskunluk döneminin ardından, şiirlerini 2009'da 'Son' (Mühür Kitaplığı) adlı kitabında bir araya getirdi. Şimdi de yeni kitabı, "İhtiyarın Vefatı", Şiirden Yayınları'ndan çıktı. Onat, 'İhtiyarın Vefatı'nda geleneksel ve deneysel şiir tekniklerini 'yaşlanmak ve ölüm' teması etrafında işliyor. Kitapta yer alan şiirler de ihtiyarlıkla hayatın parçası haline gelen değişimler, yavaş hareketler, baston, ilaçlar, mezar, dua ve ölüm gibi kavramları konu ediniyor. Onat, Dağlarca'nın 'Çocuk ve Allah' kitabında çocuk kavramı vasıtasıyla zirveye ulaştırdığı metafizik gerilimi, daha minimal boyutlarda ve farklı yöntemlerle ortaya koymayı denediğini söylüyor.  

Günümüz Türk şiirinin aktığı yolun dışında bir çizgisi var kitabın. Teması bir tek konudan hatta kavramdan oluşuyor. Önsöz'de de risk almayı tercih ettiğinizi söylüyorsunuz. Bu riski nasıl ve niçin göze aldınız?

Risk almadan cesurca bir çaba içine girilmez, bir farklılık ortaya koymadan da sanatta iddialı olamazsınız. Dağlarca’nın “Çocuk ve Allah” kitabında çocuk kavramı vasıtasıyla zirveye ulaştırdığı o metafizik gerilimi, ben daha minimal boyutlarda ve farklı yöntemlerle “İhtiyarın Vefatı”nda yaşlılar aracılığıyla ortaya koymayı denedim. Ya da şöyle söyleyeyim, kimi geleneksel ve deneysel şiir tekniklerini “yaşlanmak ve ölüm” teması çerçevesinde harmanlayarak, geniş bir yelpazede çoğu klişeyi elden geçirmeye çalıştım. İsteyen okur “İhtiyarın Vefatı”nı naif ve mütevazı, demode bir çaba olarak algılar, isteyen okur da derin bir ironi ve karanlık bir humor duygusunun yansıması olarak kabul eder. Bunu ben bilemem, ikisine de saygım var. Ama ikisi de değil.

Bir temayı kitap boyutunda işlerken aynı çemberin etrafından dönmek gibi bir tehlike de var. Tekdüzeliğe düşme tehlikesini aşmak için neler yaptınız?

Bunu aşmak için, Türk ve dünya şiirinde geçmişten günümüze uzanan tarihsellik içinde kendine yer edinmiş birçok şiir tekniğini ve formunu, üslup kaygısı gütmeden kendimce yorumladım. Bu kitapta mani de var, görsel şiir de. Garip tarzı şiir de var, düzyazı şiir de. İmge yoğunluklu çalışmalar da var, narrative ürünler de. Ama hepsi de bir amaç örgüsünde kolajlanarak ve bir tuğla işlevi görerek büyük yapıyı yani “İhtiyarın Vefatı”nı oluşturmak amacıyla kullanıldı.  Beni bağışlayın, belki biraz cüretkâr bir ifade olacak ama şunu rahatlıkla söyleyebilirim; bu kitapta her beğeni düzeyindeki ve her estetik anlayıştaki kişi, mutlaka ilgisini çekecek en az birkaç şiir bulacak. İşte belki de en çok bu özelliği nedeniyle kısa vadede yadırganabilir “İhtiyarın Vefatı”. Eğer yadırganmazsa bir yerlerde hata yapmışım demektir. Fakat unutmayalım ki hepimiz ihtiyarız; gençler az ihtiyar, yaşlılarsa çok ihtiyar!

Çağımız genç ve güzel olanın peşinde, ihtiyarlar neredeyse hayatın dışına itiliyor. Kitabınız, bana ihtiyarlığın yüceltildiği bir metni, Bediüzzaman’ın İhtiyarlar Risalesi’ni hatırlattı. Böyle bir ilişkiden söz edebilir miyiz ve ihtiyarların toplumdaki yeriyle ilgili ne söylersiniz?

Bir kitabın serüveni, her okurun geçmiş okuma deneyimlerine göre farklı anlam katmanları oluşturması neticesinde zenginleşir. “İhtiyarlar Risalesi”ni beğenen arkadaşlar ondan esin aldığımı söylüyor, “Yaşlı Adam ve Deniz”i seven arkadaşlar oradan ilham aldığımı iddia ediyor, “Artemio Cruz’ün Ölümü”nü önemseyen dostlar ise bu kitaptan ciddi bir etkileşim yaşadığımı öne sürüyor. Eğer ortada özgün bir eser duruyorsa, bu etkileşimlerin pek bir geçerliği kalmaz. Ya hepsi, ya da hiçbiri. Okur istediğini düşünmek ve karşılaştırmakta serbesttir, yanılıyor olsa bile haklıdır. İhtiyarların toplumdaki yeri ise çok geniş kapsamlı sosyolojik bir olgu. Kısaca, ihtiyarların toplumdaki konumunun sürekli bir gerileme süreci içinde seyrettiğini belirtebilirim.

Sizde şiirin karşılığı nedir? Bugünün şiir ortamını nasıl buluyorsunuz?

Öncelikle, çoğu şairimizin kendi içselleştirdiği şiiri yazmak yerine, şiir çevrelerinin ona dayattığı yürürlükteki kalıplaşmış, dahası kolayca formüle edilebilen şiiri, kabul görme beklentisiyle samimiyetsizce çoğalttığı kanısında olduğumu vurgulayayım. İnanmıyorsanız, açın, şöyle belli başlı edebiyat dergilerine bir göz atın. Kabaca ifade edecek olursam, Türk şiiri İkinci Yeni’nin ulaştığı zirvede kaldı, halen patinaj yapıp duruyor aynı noktada derim. Taze ufuklara yelken açmanın zamanı geldi de geçiyor bile. Eskiden her şey anlaşılır durumdaydı o yüzden anlaşılmazlık kavranamıyordu. Günümüzdeyse her şey anlaşılmaz, bu nedenle anlaşılırlık kolay kavranamıyor. Bir şiire fazlasıyla ham ve yüksek dozda şiirsel parıltı eklemek yerine, az miktardaki şiirselliği mümkün olduğunca çok işçilikten geçirerek okur önüne sunma taraftarıyım. Şiir ortamımızın en belirgin sorunu, çoğu şairimizin kendi yazdığı tarzdaki şiiri yegâne şiir olarak görmesi, kendi bireysel izleklerini şiir evreninin başat ögesi olarak algılaması, dolayısıyla bu dar çerçeve dışındakileri tamamen yok saymasıdır. Eğer şiir yazan birinin, usta olarak gördüğü ve örnek aldığı en önemli ilk beş şair birbirinden nefret etmiyorsa, estetik tercihlerde bir kalıplaşmışlık söz konusudur diye düşünüyorum. Neticede herkes kendi yolunda gidecek; isteyen “iyi şiir”in peşinden koşacak, isteyen “ilginç şiir”i arayacak, isteyen de “faydalı şiir”i öne çıkarmaya çalışacak. Hepsinin kendince bir misyonu ve sınırlı da olsa takipçisi var. Buna kimse itiraz etmemeli, çünkü bir işe yaramaz.

Şiir yazmaya ve yayımlamaya 2000 yılında başlıyorsunuz. Varlık, Akatalpa, E, Heves gibi birçok dergide de çıkıyor. Fakat 2004’de bırakıyorsunuz şiir yayımlamayı. O suskunluk dönemi ve ardından iki kitap: 'Son' ve şimdi de 'İhtiyarın Vefatı'. Bu süreci anlatır mısınız biraz?

Dergilerde şiir yayımlamanın bende bir doyumsuzluğa, savrukluğa ve aceleciliğe yol açtığını sezdiğim zaman dergilere yazmayı bıraktım. Ama elbette her kesimden dergiyi dikkatle takip etmeye devam ederek. Bu durum beni daha verimli, titiz ve dingin kıldı. Bence her işte olduğu gibi sanatta da başarının yolu, sanatçının her ortaya koyduğu ürünü, ömründe yapacağı son çalışma olarak düşünerek oluşturmasından geçiyor. Ben her yazdığım şiiri hayatımda yazacağım en son şiir olarak tasarlıyorum dersem abartmış olmam. İşte bu nedenle ilk kitabımın adı da “Son”du. Fakat trajik olan nedir biliyor musunuz? Söyleyeyim size; insanın her şiir kitabı çıkardığında bu işin ne kadar beyhude bir çaba olduğunu iliklerine dek hissetmesi ama belli bir süre sonra da tekrar şiir okyanusunun tenha kıyılarında acemi bir hevesle yüzme denemelerine devam etmesidir. Okyanusu yüzerek geçemeyeceğini bile bile üstelik. Şunu da belirtmemde fayda var ki, şiir yazanları iki kategoriye ayırabiliriz: Birincisi şair olmak için şiir yazanlar, ikincisi de şairlikten kurtulmak için şiir yazanlar. Ben kendimi hep ikinci gruptakilerden gördüm. Elbette böyle bir kategorizasyonu ortaya koyan birinin de kendini ilk grupta görecek hali yok!

İstanbul’da başlayan hayatınız Bursa, Gümüşhane, Isparta, Samsun ve Elazığ’dan sonra şimdilerde Batman’da devam ediyor. Güneydoğu'da yaşamak şiirinize nasıl yansıyor ya da neler katıyor?

Batman’da yaşamayıp da memleketim Bursa’da hayatıma devam etseydim “İhtiyarın Vefatı”nı yazamazdım gibime geliyor. Çünkü Batman, çoğunlukla haber bültenlerinde çıkan kimi olumsuz görüntülerle gündeme gelme bahtsızlığını yaşasa da, aslında ciddi boyutta kültürel ve tarihsel dokuyu bünyesinde barındıran bir şehir. Batman’ın bu zengin yapısı benim şiirimi besleyen önemli ögelerden biridir diyebilirim. Şimdi ise şiire biraz ara vermeyi planlıyorum. Tezgâhta, romana mı yoksa öyküye mi dönüşeceği daha tam netleşmemiş bir duygu yoğunluğu var. Doğduğum gün içime düşen ve ölene dek yüreğimde taşıyacağım dev bir hüzün.

KÜLTÜR SANAT

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder